William Faulkner’dan Yazı Yazmak Üzerine 20 Tavsiye

Ona 52 yaşında verilen Nobel ödülü ve lafını etmeden geçemeyeceğimiz iki Pulitzer, iki de Ulusal Kitap Ödülü ve okurlarının ölümsüz sevgisini kazandıran kendine özgü sesi ve kıvrak zekası ile William Faulkner; Amerika’nın yetiştirdiği en iyi yazarlardan birisidir. O, eserlerini defalarca okusanız da bunları nasıl başardığını anlayamamanızı sağlayan bir büyüye sahiptir. Ama bu kimsenin ondan bir şeyler öğrenemeyeceği anlamına gelmez. Röportajlarla pek ilgilenmemiş olsa da ustalığını birkaçında paylaşmıştır; ayrıca 1957-1958 yılları arasında Virginia Üniversitesinde yazar olarak ikamet etmiş ve oradaki öğrencilerle yaptığı bazı eğitsel söyleşileri halkla paylaşılmıştır. Faulkner 120 yıl önce bugün New Albany, Mississippi’de doğdu. Onun doğum gününü kutlamak ve çalışmalarından ders çıkarmak için; aşağıda bir yazarın yaşamı; karakter ve sanat üzerine verdiği değerli tavsiyelerini inceleyelim.

“Bir yazar olmak” üzerine:
“Bir ‘yazar’ olmak yerine yazmakta olun. Bir ‘yazar’ olmak durgun olmak demektir. Yazı yazma eylemi hareket, aktiflik, yaşam içerir. Hareket etmeyi bıraktığında, ölüsün demektir. Okumayı öğrendikten sonra, hiçbir zaman yazmaya başlamak için çok erken değildir.”(The Daily Princetonian, 1958)

Yazı yazmaya nasıl yaklaşmalı:
“Amatör kalın. Para için değil haz için yazmalısınız. Haz veren bir şey olmalı. Ayrıca heyecan verici olmalı. Yazarken olmasa da, yazdıktan sonra bir heyecan, bir tutku hissetmelisiniz. Bu, kamaşmış gözlerle eserinize bakmak, ondan gurur duymak değildir. Bu elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı bilmekle ilgilidir. Bir sonraki sefere daha iyi olacağını bilmenizle ilgilidir.”(The Daily Princetonian, 1958)

Teknik üzerine:
“Eğer yazar teknikle ilgileniyorsa bırakın ameliyat ya da tuğlacılık yapsın. Yazı yazmanın ne mekanik bir yolu ne de kestirmesi vardır. Bir teorinin peşinde koşan genç bir yazar aptallık ediyordur. Kendinizi hatalarınızla geliştirin; insanlar sadece yanlışlarından öğrenirler. İyi bir sanatçı kimsenin ona tavsiye verebilecek kadar iyi olmadığına inanır. Sıradışı bir kibri vardır. Ondan öncekilere ne kadar çok imrenirse imrensin, onları alaşağı etmek ister.”(The Paris Review, 1956)

Bir romana başlamanın en iyi yolu:
“Karakteri zihninizde yaratmak olacağını söyleyebilirim. Zihninizde olduğunda, doğru ve gerçek olduğunda, karakter kalanını kendisi halleder. Bu gerçekleştikten sonra yapmanız gereken tek şey onun adımlarını takip edip yaptıklarını ve söylediklerini not etmenizdir. Bu sindirim ve üretim sürecidir. Karakteri bilmeniz gerekir. Ona inanmanız gerekir. Onun yaşıyor olduğuna inanmanız, ve tabii ki, ardından, onun gerçekleştirebileceği eylemleri seçmeniz gerekmektedir. Böylece yaptığı şeyler başından beri inandığınız karaktere uygun olur. Bundan sonra, onu kağıda dökme işi gayet mekaniktir. Yazma işinin büyük bir bölümü kalemi kağıda koymadan önce gerçekleşir. Ama karakter sizin inançlarınıza ve deneyimlerimlerinize göre doğru olmalıdır. Biraz önce söylediğimiz gibi, okuduklarınızı, hayallerinizi, duyduklarınızı, bir ölçü birimi olarak kullandıktan sonra size gerçek geliyorsa, önemliyse ve hareket ediyorsa, kağıda dökme işlemi çok zor olmayacaktır.” (1958’de Virginia Üniversitesinin mezunlarıyla gerçekleştirdiği bir söyleşiden)

Bir roman yazarını iyi kılan şeyler hakkında:
“Yüzde doksan dokuz yetenek… Yüzde doksan dokuz disiplin… Yüzde doksan dokuz çalışma. [İyi bir roman yazarı] ürettikleriyle asla tatmin olmamalıdır. İşi hiçbir zaman yapılabilecek olanın en iyisi değildir. Her zaman hayal edip ulaşabileceğinizi bildiğinizin ötesinde hedefler koymalısınız. Çağdaşlarınızdan ya da seleflerinizden daha iyi olmakla uğraşmamalısınız. Kendinizden daha iyi olmaya çalışın. Bir sanatçı şeytanları tarafından yönlendirilen bir yaratıktır. Onu neden seçtiklerini bilmez ve genellikle sebebini öğrenmeye çalışmakla çok meşguldür. İşini halledebilmek ahlak dışı yollar tercih edebilir. Gasp edebilir, ödünç alabilir, dilenebilir, çalabilir. Sanatçının tek sorumluluğu sanatına karşıdır. Eğer gerçekten iyiyse tamamen acımasız olacaktır. Bir hayali vardır. Bu hayal ona o kadar çok ızdırap çektirir ki ondan kurtulması gerekir. Kurtulana kadar huzuru olmayacaktır. Masasının üstünden her şeyi atar: gurur, onur, edep, güvenlik, mutluluk, hepsi… Hepsi kitabını yazabilmek için atılır. Eğer bir yazarın annesini soyması gerekirse, tereddüt etmeyecektir; “Yunan Mezarına Ağıt” bir sürü yaşlı kadına değerdir.” (The Paris Interview,1956)

Günlük paydosun verilmesi gereken an hakkında:
“Kendime koyduğum tek kural işi hala sıcakken bırakmaktır. Hiçbir zaman kendi yazma sınırınızı aşmayın. Hep hala iyi yazarken bırakın. Böylece yeniden başlaması daha kolay olur. Kendinizi yorduğunuzda, ölümün büyüsü sizi ele geçirir ve büyük sıkıntılar çekersiniz. Dedikleri gibi, onları siz hala güzel görünürken terk edin.” (1956’da Virginia Üniversitesi yazarlık öğrencileriyle yaptığı bir söyleşiden)

Yazım diyalekti üzerine;
“Bana göre diyalekt ne kadar az kullanılırsa o kadar iyidir, çünkü diyalekt ona aşina olmayan insanların kafasını karıştırabilir. Hiçkimse bir karakteri tamamen kendi ağzında yazmamalıdır. Az, seyrek ama fark edilebilir dokunuşlar yapmak en iyisidir.” (1958’deki “Yerinde söz nedir” adlı söyleşisinden)

Karakter üzerine:
“Gerçekler insanların kalplerinden gelir. Okuyucunuza kendi fikirlerinizi sunmaya çalışmayın. Bunun yerine, karakterlerinizi onları gördüğünüz gibi tanımlamaya çalışın. Tanıdığınız bir kişiden, başka bir kişiden ve kendinizden bir şeyler alıp insanların bakıp bir şeyler anlayabileceği üçüncü bir insan yaratın.” (The Daily Princetonian,1958)

Yazı yazmak için ideal yaş üzerine:
“Kurgu için en iyi yaş otuz beş ile kırk beş arasıdır. Ateşinizin tamamı tükenmemiştir ve daha çok şey biliyorsunuzdur. Kurgu yavaştır. Şiir için on yedi ile yirmi altı arasıdır. Şiir yazmak tüm ateşin tek bir rokette birleştiği bir mekik fırlatışı gibidir.” (Western Review,1946)

Stil üzerine:
“ [Kendi stilimi] oluşturmadım. Bana göre stil zanaatle ilgili bir şeydir ve stilinin üzerine düşünen, stil üretmek üstüne düşünen ya da bir stil takip eden insanların büyük ihtimal söyleyecekleri pek bir şey yoktur, bunun da farkındadırlar ve bundan korkuyorlardır. Bu yüzden bir stille yazarlar; mükemmel defineleriyle. Walter Pater’a dönüşürler; çok güzeldir, ancak çok şey içermez. Bana göre stil basitçe zanaatin dallarından birisidir. Anlattığınız hikaye kendi stilini size dayatır, bugün bir stil güzeldir, yarın bir başkası. Ve iyi bir marangoz gibi, kişi deyim yerindeyse taklit yapmalıdır… Ama stil bana göre tesadüf eseridir.” (1956’da Virginia Üniversitesi yazarlık öğrencileriyle yaptığı bir söyleşiden)

Gerçeğe karşı yazmak üzerine:
“Günümüzün trajedisi uzun süredir kendini devam ettiren ve bizim bıkmaya başladığımız genel ve evrensel bir fiziksel korku üzerinedir. Artık ruhani sancılar yoktur. Sadece tek bir soru vardır: Havaya uçurulacak mıyım? Bu yüzden, günümüz bay ve bayan yazarları kendisiyle çelişen insan kalbinin sorunlarını unutmuştur. Bu sorunlar başlı başına iyi eserler çıkartır çünkü yazmaya, ızdıraba ve terinize değerdir.

Onları tekrar öğrenmesi gerekmektedir. Kendisine her şeyin temelinde korkmak olduğunu öğretmelidir. Kendisine bunu unutmayı öğretmelidir. Çalışma alanında kalbin eskimiş gerçekleri dışında hiçbir şey bırakmamalıdır. Eski gerçeklere sahip olmayan tüm hikayeler fanidir ve yok oluşa mahkumdur ─aşk ve onur ve acıma ve gurur ve tutku ve özveri. Bunları yapmadığı sürece, bir lanetin altında çalışmayı sürdürür. Aşk değil şehvet, hiç kimsenin değer kaybetmediği yenilgiler ve umut aşılamayan ve daha da kötüsü acımanın ve tutkunun olmadığı zaferler yazar. Evrensel kemiklere sahip olmayan, yara izi bırakmayan kederlerden acı çeker. Kalbi yazmaz, paçavraları yazar.” (Faulkner’ın 1949 Nobel Ziyafeti konuşmasından)

Başlıklar üzerine:
“[Uzun başlıklar] üzerine herhangi bir kural olabileceğinden emin değilim. Ama her konuda, kısa olanın daha çok şey anlattığını düşünüyorum. Ben çoğu kez hikayelerin kendilerini adlandırdıklarını düşünüyorum. Evet, hal böyleyken, daha kısa tutulmuşsa daha iyidir.” (1958’deki “Yerinde söz nedir” adlı söyleşisinden)

Başarısızlıklar üzerine:
“Hepimiz hayalimizdeki mükemmeliyet safhasına erişmekte başarısız olduk. Bu yüzden bizleri imkansızı başarmaya çalışırken yaptığımız muazzam başarısızlıklar üzerinden değerlendiriyorum. Benim fikrime göre, eğer yazdığım her şeyi tekrar yazabilecek olsaydım, daha iyi bir iş çıkarabileceğime eminim, ki bu bir yazar için en sağlıklı konumdur. Bu yüzden çalışmaya devam eder, yeniden dener, her seferinde bu sefer olacağına inanır, başarabileceğine inanır. Tabii ki başaramayacaktır, bu yüzden bu durum sağlıklıdır. Buna eriştiği zaman, kafasında oluşturduğu şeyi, hayali, aktarabildiği zaman, kendi boynunu kesmekten başka yapabileceği hiçbir şey kalmayacaktır, mükemmeliyetin zirvesinden intihara atlamamak için hiçbir sebep kalmayacaktır. Ben başarısız bir şairim. Belki de her yazar ilk önce şiir yazmak istemiş, yazamayacağını anlamış, kısa öyküye yönelmiştir, ki şiirden sonraki en çok adanma gereken daldır. Onda da başarısız olduktan sonra, roman yazarı olmaya karar vermiştir.” (The Paris Interview,1956)

İlham anında yazıya aktarmak üzerine:
“Her zaman yazı yazmak için vakit bulabilirsiniz. Bulamayacağını söyleyen herkes yalan bahanelerin gölgesinde yaşamaktadır. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda ilhamı bekletmemek gerekmektedir. İlham geldiyse kağıda dökün. Daha çok vaktinizin olduğu bir ana kadar bekleyip enstantaneyi yeniden yaratıp süslemek için beklemeyin. İlham anındaki o hissi ve canlılığı bir daha asla yeniden canlandıramazsınız.” (The Western Review,1947)

Bir yazarın ihtiyaçları üzerine:
“Bir sanatçının ihtiyacı olan çevre, çok büyük bir bedel ödemeden barış, huzur, ve haz bulabileceği herhangi bir yerdir. Yanlış olan çevrelerin hepsi kanındaki basıncı artıracak; hoşnutsuz ve öfkeli olarak daha fazla vakit harcayacaktır. Benim sanatımı icraa edebilmem için ihtiyacım olan şeyler, kağıt, tütün, yiyecek, ve biraz viski oldu…. Yazarın ekonomik özgürlüğe ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan tek şey bir kalem ve biraz kağıttır. Bir hediye ya da para kabul etmekten gelen yazı yazma şevkinden hiçbir zaman bir iyilik bulmadım. İyi bir yazar hiçbir zaman bir vakfa başvurmaz. Bir şeyler yazmakla çok meşguldür. Eğer birinci sınıf değilse kendisinin ekonomik özgürlüğü ya da yeterli vakti olmadığını söyleyerek kendini kandırır. İyi sanat hırsızlardan, içki kaçakçılarından, at hırsızlarından da gelebilir. İnsanlar ne kadar sefalet ve zorluğa dayanabileceklerini öğrenmekten korkuyorlar. Ne kadar sert olduklarını öğrenmekten korkuyorlar. İyi bir yazarı hiçbir şey parçalayamaz. İyi bir yazarı başkalaştırabilecek tek şey ölümdür.” (The Paris Review,1956)

Kendi deneyiminin dışında yazmak üzerine:
“Bir yazarın yazmaya çalışacağı şey konusunda hiçbir limit olmamalıdır. Kendi bildiği şekilde anlatmaya çalışmalıdır. Bu demektir ki, deneyimini aşan şeyleri yazabilir; ancak bunları sadece kendi bildiği, gözlemlediği koşullar üzerinden ele alır. Ama onu denemekten alıkoyacak hiçbir şey olmamalıdır. Ne kadar yükseğe nişan alınırsa, o kadar iyidir. Eğer başarısız olmak [istiyorsa], görkemli bir fiyaskoya sebep olsun, küçük önemsiz bir şeye değil.” (1957’de Virginia Üniversitesi öğrencileriyle bir söyleşisinden)

Tashih üzerine:
“Kağıda dökmenin heyecanıyla birkaç fazladan kelime ekleyebilirsiniz. Üzerinde yeniden çalıştığınızda, kelimelerin tınısı hala doğru çalıyorsa, eserin içinde bırakın.” (The Western Review,1947)

“Büyük ihtimal bir cümle ya da paragrafla anlatılabilecek bir hikaye anlatmaya değer değildir. Revizyon, kesip biçme işlemi─bana göre, ben tembel birisiyim. Çalışmayı sevmiyorum, bu yüzden bu işlemin büyük bir bölümünü zorlu, nefretlik kağıda dökme işlemine başlamadan önce zihnimde, düşüncelerimde yaparım. Bana göre revizyon işlemi genellikle, kağıda döktüğünüz şey, zihninizdeki şey olmadığı için kovalar. Onu değiştirir, revize edersiniz, düzenlersiniz, ideal mükemmeliyete yaklaştırmaya çalışırsınız, ve tabii ki, buna da asla ulaşamazsınız. Bu bahsettiklerim yazarın tashihi üzerinedir, editörün yazar için yaptığı değil.” (1957’de Virginia Üniversitesi yazarlık öğrencileriyle yaptığı bir söyleşiden)

Yazarın en mühim araçları üzerine:
“Bir yazar üç şeye ihtiyaç duyar, tecrübe, gözlem, ve hayal gücü─birinin yoksunluğunda diğer ikisi, bazı durumlarda sadece birisi diğerlerinin eksikliğini giderebilir. Bende, hikaye genel olarak tek bir düşünce ya da anı ya da zihnî bir resim üzerinden başlar. Hikayenin yazımı genel olarak bu ana ulaşmak için yapılır. Bu ana bizi neyin getirdiğini ya da neyin takip ettiğini anlatır. Yazar, inandırıcı, olabildiğine akışkan durumlarda inanılır insanlar yaratmaya çalışır. Tabii ki bildiği bir çevreyi oluşturmak için araçlarından birini kullanması gerekir. Müziğin bunun aktarımı konusunda en kolay yöntem olduğunu söyleyebilirim. Çünkü insanın tecrübelerinde ve tarihte en başta gelen odur. Ama benim yeteneğim kelimeler üzerine olduğu için, ben saf müziğin çok daha iyi bir şekilde dışa vurabileceği şeyi sakarlıklarla kelimelerimi kullanarak yapmalıyım. (The Paris Review, 1956)

Yazı yazmak için en iyi alıştırma üzerine:
“Oku, oku, oku. Her şeyi oku─çöpleri, klasikleri, iyiyi ve kötüyü; onların nasıl yaptıklarını gör. Bir marangoz zanaatını gözlem yaparak öğrenir. Oku! Onu özümse. Yaz. Eğer iyiyse, bunu anlarsın. Eğer değilse, camdan dışarı fırlat gitsin.” (The Western Review,1947)

Ve bir iş sahibi olmak üzerine:
“Yazı yazmayı işiniz haline getirmeyin. Hayatınızda olmasını istediğiniz şeylere sahip olmanızı sağlayacak para için başka bir iş bulun. Yazı yazmak için paraya ve zaman sınırına sırtınızı yaslamadığınız sürece ne yaptığınız önemli değildir. İşiniz ne kadar zamanınızı alırsa alsın, yazı yazmak için epey bir süreniz olacak. Hayatım boyunca istediği şeyi yazmak için yeterli zaman bulamamış bir kişiyle bile tanışmadım.” (The Daily Princetonian,1958)

Yazar: Emily Temple

Çevirmen: Mustafa Gürşan

Kaynak: Literary Hub

Karakter Ağı Oluşturmak


Elimizde senaryoya dönüştüreceğimiz bir film öykümüz var. Logline yazıp öykünün ne kadar çalıştığını test ettik. Tretman ve senaryo aşamasına geçmeden önce yapmamız gereken en önemli şey; karakter ağımızın çalışıp çalışmadığını kontrol etmek.

Senaristlerin sık yaptığı hatalardan biri şudur; karakterleri birbiriyle ilişki kurmadan yaratmak. Elinizde çok başarılı bir kahraman ve çok başarılı bir düşman olabilir. Peki ama bu kahraman ve düşman birbirine uygun mu? Birbiriyle çatıştıklarında yeterince iyi bir seyirlik sunabilecekler mi?

Batman Dark Knight’taki Joker çok iyi bir düşmandır. Belki de bugüne dek yazılmış en iyi düşmandır. Çılgındır, öngörülemezdir, acımasızdır, alamet-i farikası olan ikonik bir maskı vardır, anarşisttir, kahramanın en zayıf noktalarına çok başarılı saldırılar düzenler. Sherlock Holmes bugüne dek yazılmış en iyi kahramanlardan biridir. Yüzlerce kopyası yazılmış ve türetilmiştir (House M.D, The Mentalist,  Monk, Behzat Ç.,) Zekidir, şüphecidir, ayrıntıcıdır, kültürlüdür, iyi bir dövüşçüdür, boksördür, eskrim dersleri almıştır. Peki Sherlock Holmes Joker’le çatıştığında ortaya iyi bir seyirlik çıkar mıydı? Muhtemelen hayır. Joker, Batman ile çatıştığında tüm hünerini sergilemektedir. Çünkü Batman ve Joker amaçları ve motivasyonları yüzünden çatışan iki karakterdir. Her ikisinin de Gotham şehri üzerine planları vardır. Biri şehri daha kanuna uygun bir hale getirmek istemekte, diğeri şehri kaosun merkezi haline getirmek istemektedir. Bu yüzden çatışmaları harikadır. Karakterler, karakter ağı göz önünde bulundurularak geliştirilmişlerdir.

Kahraman ve Düşman aynı amaç için harekete geçmiyorsa birbirlerine uygun değildirler.  DareDevil’in tek amacı Hell’s Kitchen’ı yaşanılabilir bir yer haline getirmektir. Düşmanı Wilson Fisk’in de amacı aynıdır. O da doğup büyüdüğü, “ev kira semt bizim” mottosuyla sahip çıktığı bu semti yaşanılabilir bir yere dönüştürmek istemektedir. Fakat yöntemleri farklıdır. Bu da çatışmalarına sebep olur.

Karakter ağındaki karakterlerin ortak noktası “kahramanın amacı”dır. Hepsi kahramanın amacı doğrultusunda konumlanırlar. Karakterlerimizi “karakter ağı”nı göz önünde bulundurarak geliştirmeye çalışalım.

Karakter Ağı:

Kahraman

Düşman

Dost

Dost Görünümlü Düşman

Düşman Görünümlü Dost

KAHRAMAN (Protagonist)

Karakter ağının en önemli taşı; kahramandır. (Protagonist) Karakter ağını satranca benzetirsek, kahraman sizin şahınızdır. Kahraman sıradan biri olmamalıdır. Seyircilerin kendilerinden bir şeyler bulduğu, “tıpkı benim gibi” dedikleri bazı özellikleri olmalı fakat temelde ilginç biri olmalı. Kahramanınızı diğer karakterlerden ayırt eden alamet-i farikaları olmalı. İlginç olmayan bir karakter doksan dakika boyunca seyircinin ilgisini diri tutamaz.

Motivasyon / Amaç

Kahramanı eyleme geçiren motivasyon ile Düşmanı eyleme geçiren motivasyon aynı olmalıdır. Kahramanın motivasyonu o kadar güçlü olmalıdır ki doksan dakika boyunca bu motivasyondan hiç şaşmamalı ve öykü soluksuz ilerlemeli. Türk dizileri şu sıralar yüz kırk dakikalık sürelere dayandığı için, senaristler kahramanlarına, kahramanın ana motivasyonuyla hiç ilgisi olmayan dolgu sahneler yazmak zorunda kalıyorlar. Bu da seyircinin başka kanala geçmesine sebep oluyor. Kahramanınızın ana motivasyonu babasının intikamını almak ise, sırf siz biraz vakit kazanasınız diye kahramanınız Piyer Loti’den İstanbul’u seyretmeye gidemez. Kahraman amacından saptığı anda hikayeniz ölür, seyirci bütün ilgisini kaybeder.

Yazdığınız hikayeye ve kahramanınıza bu doğrultuda tekrar bir göz atın; hikaye boyunca kahramanınızın amacından, temel motivasyonundan uzaklaştığı yerler var mı? Varsa hemen çıkarın.

Gizem  

Gizem seyircinin ilgisini diri tutan en önemli şeylerden biridir. Öykünün gizem barındırması yetmez. Kahramanınız da gizemli olmalıdır. Kahramanınız, diğer karakterlerden ve seyirciden bir şey saklamaktadır. Seyirci, kahramanın ne gizlediğini merak eder ve hikaye boyunca bu gizemi çözmeye çalışır. Bu da seyircinin tüm ilgisinin kahraman üzerinde olmasını sağlar.

Hikayenize göz atın, kahramanınızın gizemli bir tarafı var mı? Yoksa neden eklemiyorsunuz?

Baskı ve Seçim

Kahraman, öykü boyunca yoğun baskı altında olmalıdır. Ve yoğun baskı altında iken yaptığı seçimler onun gerçek kimliğini ortaya çıkarmalıdır.

Batman / The Dark Knight filminde Joker Batman’in maskesini çıkarıp kimliğini ifşa etmeye zorlar. Aksi halde her gün yeni insanlar öldürecektir. Batman başta bu baskıya direnir, fakat hikaye ilerledikçe bu baskının altında kalamadığını fark eder. Çünkü Batman’in mottosu Gotham şehri insanlarına yardım etmektir. İnsanların ölümüne sebep olmak omuzlarında taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktür. Batman Alfred’e “Bugün Batman’in ne yapmayacağını öğrendim, buna dayanamaz” der ve kimliğini ifşa etmeye karar verir.

Bir başka örnek: Spiderman filminde Peter Parker bir pizzacıda çalışmaktadır. Pizzaları zamanında teslim edemeyeceğini anlayınca Örümcek Adam olarak götürmeye karar verir. Çünkü o paraya çok ihtiyacı vardır. Parasızlık Peter Parker üzerinde ciddi bir baskı yaratmaktadır. Bu yüzden işe çok ihtiyacı vardır. Fakat yolda onu bir sürpriz beklemektedir. Kamyon, yolda top oynayan iki çocuğu ezmek üzeredir. Peter Parker’ın bir seçim yapması gerekmektedir; parasızlık baskısına boyun eğip pizzayı mı teslim edecektir yoksa çocukların hayatını mı kurtaracaktır. Peter Parker pizzayı bir kenara bırakır ve çocukların hayatını kurtarır. Baskı altında yaptığı seçim kahramanın gerçek kimliğini ortaya koyar.

Gelişim / Dönüşüm

Kahraman film boyunca düşmanla (antagonist) mücadele eder. İyi bir düşman, Kahramanın zayıf yönlerine çok iyi saldırılar düzenleyen düşmandır. Bu sayede Kahraman kendi zayıf yönlerini öğrenir ve bunu geliştirmeye çalışır. Hikayemiz bittiğinde kahramanımız değişmiş ve gelişmiştir.

Ghost In the Shell filminde Major (Binbaşı) korkunç bir kazadan kurtarılmış genç bir kadındır. Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamamaktadır ve tek bildiği bir ameliyat masasında uyandığı, bir doktorun ona kurtarıldığını söylediğidir. Vücudu kurtarılamayan genç kadına dünyanın en tehlikeli suçlularını durdurması için yepyeni bir makine vücut yapılır. Binbaşı kendisini terörizmle mücadeleye adamıştır ve bu konuda çok başarılıdır. Yeni bir düşmanla yüzleşmeye hazırlanırken kendisine yalan söylendiğini, hayatının kurtarılmadığını, çalındığını öğrenir. Geçmişini geri kazanmak için yeni bir mücadeleye girişme zamanı gelmiştir… Film bittiğinde Binbaşı artık eski Binbaşı değildir. Gelişmiş, değişmiştir.

Film öykünüzü gözden geçirin. Sonunda karakteriniz gelişiyor veya değişiyor mu?

Empati

Kahraman her zaman toplumun onayladığı davranışlar sergilemez. Bazen toplumun asla kabul etmeyeceği şeyler de yapabilir. Peki ama seyirci kahramanın bu davranışlarını kabul edecek mi? Televizyona iş yapan senaristlerin, yapımcı ve televizyonların drama kurullarıyla üzerinde en çok tartıştığı konulardan biri de budur. Senaristler, kahramana toplumun onaylayamayacağı bir eylem yaptırırlar ve anında telefonlar çalar “ama canım seyirci bu durumu kabul etmez ki, ayağımıza sıkıyorsun…”

Tabi ki yanlış…

Seyirciye kahramanınızın neden böyle davrandığını anlatırsanız durumu anlayacaktır. Kahramanın davranışını onaylamayacak ama durumu anlayışla karşılayacaktır. Bunun için de kahramanınızın empati kurulabilir bir kahraman olması gerekir.

Vince Gillian, Breaking Bad’i̇ yazmaya başlamadan önce bir arkadaşına konuyu kısaca aktardığını ve arkadaşından şu tepkiyi aldığını söyler; “Deli misin, insanlar uyuşturucu satan bir insanın hikayesini izler mi?” Ne kadar tanıdık bir tepki değil mi? Gillian tabi ki arkadaşını dinlemedi ve Breaking Bad’i yazdı ve dizi kült bir diziye dönüştü. Peki herkesin tutmaz dediği dizi neden tuttu? Çünkü Walter White seyircinin çok iyi empati kurabildiği bir karakterdi. Seyirci onun neden uyuşturucu satmak zorunda kaldığını çok iyi anlıyordu. Diziyi bu yüzden izledi.

“Bir lisede çalışan Walter White, kendi halinde başarılı bir kimya öğretmenidir. Öğretmenlikten arta kalan zamanlarda ise bir oto yıkamacıda araba yıkamakta, ailesinin getirdiği maddi zorlukların üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Nefes alış verişinde ve vücudunda hissettiği bazı rahatsızlıklar sonucu doktora görünür ve Akciğer Kanseri olduğunu öğrenir. Ölüm ve ailesini geride bırakma düşüncesi Walter White’ı derin düşüncelere iter.

Bir gün bir polis olan bacanağı Hank’e birkaç saat eşlik etmek için gezintiye çıkarlar. O sırada bir uyuşturucu baskına denk gelirler ve Walter, eski bir öğrencisi olan Jesse Pinkman’ın kaçtığını görür. Ortada dönen büyük bir para olduğunu anlayan Walter, Jessie’yi ele vermez ve ertesi gün onunla konuşmaya gider. Ölümün getirdiği derin düşüncelerle Jesse’ye bir teklif yapar. Ailesini geride parasız ve yardıma muhtaç bırakmak istemeyen Walter, kimya bilgisiyle sentetik bir uyuşturucu olan meth üretecektir.”

Romantik İlgi

Kahramanın duygusal veya cinsel ilgisini yönelttiği karakterdir. Kahramanın motivasyonu, amacı romantik karakterin ilgisini çekmek ve onunla birlikte olmaya çalışmaktır.

2.DÜŞMAN

Düşman, kahraman’la aynı amaca aynı motivasyona sahip kişidir. Bu yüzden de kahramanın amacına ulaşmasını engelleyen kişidir. Kahramana tekrar ve tekrar saldırır ve onun kendi benliğini, sınırlarını keşfetmesini sağlar. Kahraman, düşmanın saldırıları sayesinde gelişir ve değişir. Kahraman ve Düşman çatıştıkça filmin öyküsü büyür, ilerler. Düşmanınızı kahramanınızdan daha güçsüz biri olarak yazma gafletine düşmeyin. Düşman ne kadar güçlüyse kahramanınız o kadar mücadele etmek zorundadır. Bu yüzden düşman kahramandan çok daha güçlü olmalıdır.

Senaristlerin sıklıkla yaptıkları hatalardan biri de yazdıkları Kahramanı çok sevmeleri fakat Düşmanı sevmemeleridir. Oysa Düşmanı çok sevmeli hatta ona aşık olmalısınız. Düşmanı ne kadar iyi yazarsanız kahramanınız da o kadar iyi ortaya çıkar. Özellikle aksiyon senaryolarında planı yapan düşmandır. Kahraman reaktiftir, tepkiseldir.

Düşman amacı doğrultusunda kahramanınıza benzer, onları ayıran şey temsil ettikleri değerlerdir. Kahraman ve düşmanın değerleri birbirine taban tabana zıttır.

DOST

Dost, kahramanın amacına yönelik hareket eden ve kahramana yardım eden kişidir. Bazen mentor olarak da görünebilir. Karate Kit’te Usta Miyagi dosttur. Amacını gerçekleştirmesi için Daniel’e yardım eder.

DOST GÖRÜNÜMLÜ DÜŞMAN

Dost görünümlü düşman, kahramanın amacı doğrultusunda hareket ediyormuş gibi davranır ama aslında onun düşmanıdır.

Line of Duty dizisinde Dedektif Cottan, Dedektif Steve Arnott’a teşkilattaki yozlaşmış polisleri bulmasında yardım ediyormuş gibi davranır ama aslında tek yaptığı soruşturmayı karartmak ve Arnott’un işini yapmasına engel olmaktır.

DÜŞMAN GÖRÜNÜMLÜ DOST

Kahramanın amacına ulaşmasına engelmiş gibi görünse de aslında düşman değildir. İlk başlarda düşmanca davranır sonradan dost olduğu ortaya çıkar.

(Bu yazı daha önce Rabarba dergisinde yayınlandı)