Bobby Roth’dan Senaristlere Öğütler

Bugün TİM’in düzenlediği “Dünya Sinema ve TV Endüstrisinde Yükselen Değer Türkiye” konferansına katıldım. Konferansın konuğu Lost, Revenge, Prison Break gibi dizilerde yönetmenlik yapmış Bobby Roth ‘du. Roth kişisel tecrübelerini aktardı ve Türk dizilerinin “küresel anlamda” başarılı olabilmesi için önerilerde bulundu. Konferansa katılamayanlar için kısaca özet geçeyim:

  1. İyi bir dizinin olmazsa olmazı iyi bir senaryodur. Lost’u tutturan oyuncular değil senaryoydu. Dizi başarısını çok para harcanmasına borçlu değildi, yazıyla ilgili şeylere borçluydu. Senaryonuz iyi yazılmamışsa ne kadar çok para harcarsanız harcayın başarılı olamazsınız.
  2. Yönetmenin yapabileceği en iyi şey senaryoya saygı duymaktır. Senaryoya bağlı kalmaktır. Bir yönetmenin başına gelebilecek en iyi şey de harika bir senaryoya denk gelmektir. 22 bölüm çekiyorum, her bölümün iyi olmasını beklemiyorum tabi, arada çok iyi yazılmamış bölümler de olabilir. Ama genelinin iyi yazıldığı bir dizi mutlaka tutar.
  3. Diziler olabildiğince hızlı ve dinamik olmalı. Filinta’nın ilk bölümünün çekimlerine katıldım. Oyuncunun senaryodaki bir repliği tam üç sayfaydı ve yaklaşık 3 dakika sürüyordu. Bir repliğin bu kadar uzun olmaması gerektiğini söyleyip müdahale ettim. Ve repliği 45 saniyeye indirdik.
  4. İhtiyacınız olan tek şey; inançtır. Senaryolarınızı yazarken, dizilerinizi çekerken kendinize inanın. Size en temel önerim budur; kendinize inanın.
  5. Tüm dünyada dizilerin kalitesi giderek artıyor. Kaliteyi arttırın. Kalite artınca para kendiliğinden geliyor.
  6. Bir şeyleri icat edin demiyorum. Başka fikirleri alın ve kendi tarzınıza uyarlayın. Kendi kültürünüze uyarlayın. Kendi dizinize dönüştürün.
  7. Sizi kaç kişinin izlediği değil, kimlerin izlediği önemli. Bu yüzden hedef kitlenizi iyi seçin.
  8. Türk dizileri çok uzun, 90 dakika ve çok kısa sürelerde çekiliyor. 4-5 gün içinde bir bölüm çekiliyor. Biz Lost’un bir bölümünü yaklaşık 10 günde çekiyorduk. Ve biliyorsunuz Lost sadece 45 dakikaydı. Revenge’i 8 günde çekiyorduk. şimdi Scorpion’u 8 günde çekiyoruz. Ama 8 gün bizi bayağı zorluyor. 8 günde kaliteli bir iş çekmek neredeyse imkansız. Siz 90 dakikalık bir diziyi bu kadar kısa sürelerde nasıl çekiyorsunuz, anlamakta güçlük çekiyorum.

20 Soruda Senaryonuzu Test Edin

  1. Senaryo anlaşılır mı?
  2. Konuya yeterince odaklanabilmiş mi?
  3. Hikaye iyi kurulmuş mu? Akıcı mı?
  4. Senaryonun tarzı var mı?
  5. Senaryonun önermesi var mı?
  6. İzleyicide bir duygu uyandırıyor mu?
  7. Seyirci kahramanla özdeşlik kurabiliyor mu?
  8. Sinemaya veya televizyona satılabilir mi?
  9. Hangi izleyici kitlesini hedefliyor?
  10. Akılda kalıcı diyaloglar var mı?
  11. Kahraman dinamik ve sempatik mi?
  12. Kahramanın çok net bir hedefi, isteği, amacı, sorunları var mı?
  13. Karakter gelişimi var mı?
  14. Kahraman ve düşman arasında çatışma ve gerilim var mı?
  15. Kahraman yeterince baskı altında kalıyor mu?
  16. Dönüşler, şaşırtmacalar var mı?
  17. Etkili bir sona sahip mi?
  18. Kahraman ne öğrendi?
  19. Başarılı tarafları ne?
  20. Başarısız tarafları ne?

Yaratıcılığınızı sınırlayan 5 şey

Hepimiz zaman zaman şu durumu yaşamışızdır: “Parlak beyaz ekrana gözlerimizi kırparak dik dik bakarız ve beynimiz önümüzde duran Word dosyası gibi boştur.”

Yaratıcılık, çabucak elde edilen bir şey değildir. Bir anda gelir ve beklenmedik bir anda gider. Hatta en fazla ihtiyaç duyduğun anda çok uzaklardadır.

Yaratıcılığınızın sekteye uğradığı dönemler sinir bozucu olabilir, fakat böyle dönemlerde hiçbir iş yapmadan boş boş oturup bilgisayar farenizin ilhamı yeniden yakalamasını beklemeyin. Unutmamak gerekir ki, yaratıcılığınızı engelleyen şeyin ne olduğunu bilirseniz, bu tıkanma sürecini daha çabuk aşarsınız.

Burada sizin yaratıcılığınızı öldüren beş şey ve onlarla başetmenin yolları var:

1

Başarısız Olmaktan Korkuyorsunuz

Mükemmeliyetçilik ve başarısızlık korkusu genellikle bir arada var olurlar ve sizi, yaratıcı bir projeye tam anlamıyla odaklanmaktan, hatta bunu düşünmekten bile alıkoyabilirler. Çünkü mükemmel olmaya çalıştıkça, risk alma ihtimalimiz azalır, yaratıcılığı ve yenileşmeyi yok eden “erteleme” ihtimalimiz artar.

Mükemmeliyetçilik, olumlu şeylerden ziyade olumsuz duyguların değişmez kaynağıdır. Onun kontrol ettiği bireyler, en fazla kaçınmak istedikleri şeye odaklanırlar: Olumsuz değerlendirmeye.

Hara Estroff Marano Psychology Today adlı blogunda bu konuda şunları yazıyor. “O yüzden mükemmeliyetçilik, sonsuz bir rapor kartıdır; insanları tamamen bencil yapar, sürekli kendisini değerlendirmeye çalışmasına sebep olur ; insafsız bir düş kırıklığına yol açar ve insanı depresyonla kaygıya mahkum eder.”

Mükemmeliyetçilik eğilimi ve başarısızlık korkusuyla mücadele etmek için, çabuk iyileşen insanların edindiği şu alışkanlığını benimsemeyi deneyin: Başarısızlığın hayatın kaçınılamaz gerçeği olduğunu kabul ederek başlayın.

2

Çok Büyük Düşünüyorsunuz

Büyük resmi düşünmek, yaratıcı süreç için önemlidir; fakat büyük resme çok fazla odaklanırsanız, güzel düşüncelere kötülüklerin de eşlik ettiğini görürsünüz. Lifehacker bunu şöyle açıklar: 10 şehir düşünmeye çalışın. Sonra sizin doğduğunuz yere yakın olan 10 şehir düşünün. Göreceksiniz ki araştırmanızın kapsamını daraltmanız isimleri daha çabuk hatırlamanızı sağlayacaktır.

Lifehacker,” Sıkıntılardan faydalanmayı öğrenmemiz daha fazla fikir ve çözüm yolu bulmamızı mümkün kılar” der. “Hatta sıkıntısı olmayan insan, kendisine sıkıntı yaratmaya çalışır. Çoğu insana on şehir ismi sorulduğunda, aynı tür çağrışımları kullanır: başkentler, geçen yıl ziyaret ettiği şehirler vs.

3

Çok Yoğunsunuz

Yazar Gary Klein’a göre stres ve yoğun tempo yaratıcılığı yok eden -en azından yavaşlatan- yaygın sebeplerdir. Zihninize uzaklaşma özgürlüğü verirseniz, yaratıcılığınızı ve yenilikçi yönlerinizi geliştirirsiniz. Son nöroloji araştırmaları da hayal kurmanın, yaratıcık ve imgelemle aynı zihinsel süreci gerektirdiğini kabul ederler.

Klein, “Boş zamanlarını dinlenilen müzikle ilgili sohbet etmeden geçiren ya da sadece hayal kurmak için boş zaman yaratmayan insanlar adına endişeleniyorum” der.

Kendinizi stresli hissettiğiniz zaman ya da bir kitap üzerinde çalışırken, kısa bir süre hiçbir şey yapmamanız, verimliliğinizi arttıracaktır.

4

Masa Başında Oturuyorsunuz

Eğer masa başında oturarak çalışırken ilham gelmesini bekliyorsanız, daha uzun süre bekleyeceksiniz. Çünkü masa başında oturup kendinizi probleme çözüm bulmak için zorlamanız, düşüncelerin özgür akışını engelleyebilir.

“Birkaç dakikalığına kendi kişisel alanınızdan ayrılmanız yeni düşünceler oluşturmanız için muazzam bir fark yaratacaktır,” der Emile Heyward. “Bu sayede oluşacak değişimin gücünü küçümsemeyin.”

Sanatçılar yaratıcılıklarını yansıtabilmek için uzun süre farklı ve yeni çevreler ararlar. Mesela Woody Allen ilhamın genellikle kendisine uzun ve sıcak bir duş alırken geldiğini söyler.

5

Çok Karamsarsınız

Karamsarlık ya da sinizm hayal etmeyi öldürüp, zehirli bir zihin yapısı yaratabilir. Gaia Grant ve Andrew Grant “Yaratıcılığı Kim Öldürdü”de şöyle derler:

“Karamsar olanlar işleri ters gidince kendilerini suçlama eğilimindedirler. Her olumsuz tecrübeleri, onları yeniden denemek için daha isteksiz yapar.” Gaia Grant ve Andrew Grant, olumsuz meseleleri farklı şekilde değerlendirmenin ve yeni şeyleri denemenin, kötü tutumla mücadele etmede yardımcı olabileceğini iddia ediyor.

Karamsarlık, kendi çabanızı yavaş yavaş yok etmeniz veya başarısızlığın uzun süren sonuçları olduğunu zannetmeniz gibi, kendini savunma davranış ve tutumuyla ilişkilendirilir. Ama araştırmalar bunun tersine, mutluluk ve iyimserlik gibi olumlu duygularla yaratıcılık arasında bağlantı kurmaktadır.

Senaryonun Önermesi

lajos-egri

Bir senaryonun olmazsa olmazı “önerme”dir. Önermeniz yoksa senaryonuz da yoktur.

Bir adam atölyesinde, çarklar ve yaylar arasında uğraşarak bir alet yapmaya çalışmaktadır. Bunun nasıl bir alet olduğunu, ne işe yarayacağını soruyorsunuz. Adam yüzünüze bakıyor ve basık bir sesle, “Bilmiyorum,” diye fisıldıyor. Başka bir adam, kaldırmış tabanları, cadde boyunca hababam koşuyor. Yolunu kesiyor ve nereye gittiğini soruyorsunuz. Adam soluk soluğa, “Nereye gittiğimi nereden bileyim ben? Gidiyorum işte,” diye karşılık veriyor. Bu durumda sizin, bizim ve dünyanın aklına, bu iki adamın biraz oynatmış oldukları gelir. Her işin, eylemin bir amacı, her koşunun bir amacı olmalıdır.

Ne kadar garip görünürse görünsün, bu yalın gereklilik tiyatroda şu kadarcık olsun anlaşılmamıştır. Tonlarca kağıt harcanmıştır. Hiçbir olumlu sonuç alınmadan. Çok ateşli hareketler, eylemler, durmadan gelip-gitmeler… Peki ama, niçin, nereye? Kimse bilmemektedir.

Her şeyin bir amacı, bir önermesi vardır. Biz bilincinde olalım ya da olmayalım, yaşamımızdaki her saniyenin kendine özgü önermesi vardır. Bu önerme, soluk alıp verme kadar sade olabilir, ne türden olursa olsun, varlığı su götürmez. Her minik önermeyi kanıtlamada belki başarı elde edemeyiz, fakat bu, hiçbir zaman kanıtlamak istediğimiz bir öneri yokluğu anlamına gelmez. Odanın karşı yanına geçme çabamız dikkatimize çarpmayan bir tabure tarafından engellenebilir, ama bizim bir önermemiz vardır ve varlığını sürdürmektedir. Her saniyenin önermesi, bir parçası olduğu dakikanın önermesine katıldığı gibi, her dakika da kendi yaşamının bir parçasını saate, saati de güne katar. Böylece, sonunda günlük yaşamın önermesi meydana gelmiş olur.

Webster’s International Dictionary’de önerme şöyle tanımlanmaktadır:
Önerme, evvelce tasarlanan ya da saptanan bir öneri; tartışmaya temel olan bir görüştür; belli bir sonuca götürmek üzere ileri sürülmüş ya da benimsenmiş bir öneridir.
Birtakım kimseler, özellikle de tiyatro adamları, bu konuda değişik kavramlar ortaya atmaktadırlar: Tema, tez, temel düşünce, merkezsel düşünce, erek, amaç, itici güç, öz, niyet, plan, olaylar örüntüsü, temel coşku, gibi. Biz bütün bu kavramların anlatmaya çalıştığı öğeleri kapsadığı için, bir de yanlış yoruma daha az elverişli olduğu için, ‘önerme’ kavramını kullanmayı doğru bulduk, Ferdinand Brunetiere, piyeste bir `erekin bulunmasını ister. Bu, önermedir. John Howard Lawson, “Temel düşünce, sürecin baslangıcıdır,” der. Bu sözüyle, önerme’yi anlatmak ister. Profesör Brender Matthews, “Piyesin bir teması olmalıdır” der. Demek istediği önermedir. Profesör George Pierce Baker, genç Dumas’ dan alıntıladığı şu cümleyi ileri sürer; “Nereye gideceğini bilmeden hangi yoldan gidileceğini nasıl söylersin?” Sana yolunu önerme gösterecektir.

Hepsinin de söylemek istediği şudur: Piyesiniz için bir önermeniz olmalıdır. Bazı piyesleri inceleyelim. Bakalım önermeleri var mıdır?

ROMEO VE JULIET

Piyes iki aile, -Capuletlerle Montague’ler- arasında sürüp giden amansız bir kavgayla başlar. Montagueierin bir oğlu vardır, Romeo; Capuletlerin de bir kızı vardır, Juliet. Bu gençlerin birbirlerine karşı beslediği sevgi öylesine büyüktür ki, aileler arasındaki geleneksel kini ve nefreti unutturur onlara. Julietin annesi babası kızlarının Kont Paris’le evlenmesini istemektedirler, Juliet ise bunu istememektedir. Akıl danışmak üzere, iyi yürekli dostu rahibe gider. Rahip ona, gerdekten bir gün önce güçlü bit uyku ilacı içmesini, bu ilacın kırk iki saat süresince kendisini ölmüş gibi göstereceğini söyler. Juliet rahibin öğüdüne uyar. Herkes de onu gerçekten ölmüş sanır. Böylece felaketler iki âşığın üstüne saldırmaya başlar. Julietin gerçekten öldüğüne inanan Romeo zehri içer ve onun yanına düşer, ölür. Juliet uyanıp da Romeo’nun ölmüş olduğunu görünce, o da hemen onunla ölümde buluşmak üzere kararını verir.

Besbelli ki piyes bir aşk piyesidir. Ama türlü türlü aşk vardır. Kuşku yok ki bu, yalnız aileler arasındaki geleneksel kin ve nefrete başkaldırmakla kalmayan, ölümle buluşmak üzere yaşamı hiçe sayan bir aşktır. Şu halde, önermemizi oluşturabiliriz: ‘Büşük aşk, ölüme bile meydan okur.”

KRAL LEAR

Kralın iki kızına güvenmesi başına dertler açmıştır. Bu kızlar babalarının yetkilerini elinden almışlar, onu aşağılamışlardır,  o da büyük acılar içinde, aklını oynatarak ölmüştür,
Lear büyük kızlarına kesinlikle güvenir, Bu güvenle onların yaldızlı sözlerine inanır, inandığı için de sonunda mahvolur. Kendini beğenen saf kişi dalkavukluğa inanır ve güvenir. Dalkavuğa inanıp güvenen kişi de sonunda başını derde sokar. Öyleyse, bu piyesin önermesi, “Körü körüne güven, insanı mahva sürükler,” biçiminde formüle edilebilir.

MACBETH
Amaçlanna ulaşma doğrultusundaki tutkuları yüzünden, Macbeth ve Lady Macbeth, Kral Duncan’ı öldürmeye karar verirler. Sonra, mevkiini güçlendirmek isteyen Macbeth, korktuğu Banquo’yu öldürtmek için katiller kiralar. Daha sonra, cinayetle ele geçirdiği tahtı daha da güçlendirmek, kendini daha da bir güven altına almak amacıyla yeni yeni cinayetler işlemek zorunda kalır. Sonunda, soylularla kendilerine bağlı kişiler başkaldırır ve Macbeth, kendisini iktidara getiren şeyle -kılıçla- yok olur gider. Lady Macbeth de korku krizleri içinde, karabasanlar geçirerek ölür.

Bu piyesin önermesi ne olabilir? Piyesteki itici güç nedir? Kuşku yok ki, tutkudur. Evet ama, ne tür bir tutku? Kan içinde boğulan, acımasız bir tutku. Macbeth’in düşüşü, tutkusunu gerçekleştirmek için kullandığı yöntemdeki belirtilerle kendisini hissettirmekteydi. Olup bitenlere bakarak önermeyi şöyle saptayabiliriz: “Acımasız tutku, sonunda kendini mahveder.”

OTHELLO
Othello, Cassio’nun evinde Desdemona’nın mendilini bulur. Bu mendili oraya, Othello’yu kıskandırmak için Lago götürüp bırakmıştır. Bu yüzden, sonunda Othello Desdemona’yı öldürür, daha sonra hançerini kalbine saplayarak kendi yaşamına son verir.

Buradaki temel itici güç, kıskançlıktır. Kıskançlık denen bu yeşil gözlü canavarın başını kaldırmasına neyin neden olduğu önemli değildir; önemli olan, kıskançlığın piyeste itici rol oynamasıdır Othello’ya yalnız Desdemona’yı değil, kendini de öldürten bu güçtür.  Şu halde önermemiz; “Kıskançlık yalnız sevileni değil, seveni de mahveder” biçiminde saptanabilir.
HORTLAKLAR (Ibsen)

Temel düşünce, kalıtımdır. Piyes, incilden yapılan şu alıntıdan doğup gelişir, bu alıntı aynı zamanda piyesin önermesidir: “Babaların günahları çocuklarına da bulaşır.” Piyeste söylenen her söz, yapılan her hareket, görülen her çatışma hep bu önermeden kaynaklanır.
DEAD END (Sidney Kingley)

Yazar burada açıkça, “Yoksulluk insanları suça iter,” önermesini kanıtlamak ister ve kanıtlar da

EXCURSION (Victor Wolfson)
Küçük bir gemideki birkaç kişi, kaptanın da yardımıyla gerçekten kaçmak isterler. Fakat sonunda, gerçekten kaçmanın olanaksız olduğunu üzülerek görürler. Gerçek, kaçıp kurtulma umutlarını paramparça eder. Bu piyesin önermesi de şöyle dile getirilebilir. “Gerçek’ten korkup uzaklaşmaya kalkmak, insani düş kırıklığına uğratır.”
JUNO AND THE PAYCOCK (Sean O’Casey)

Savruk, ayyaş Kaptan Boyle’a, zengin bir akrabasının kendisine büyük bir servet bırakarak öldüğünü, bu servetin yakında eline geçeceğini söylerler. Boyle ve karısı Juno hemen rahat bir yaşam için hazırlıklara girişirler; gelecek olan mirasa güvenerek komşulardan borç para alırlar, sonra gidip çarşıdan gösterişli, fakat beğeni yoksulu döşeme, vb. taşırlar. Boyle içkiye daha çok para ayırır. Derken, vasiyetnamedeki belirsizlik yüzünden, bekledikleri servetin hiçbir zaman ellerine geçmeyeceği anlaşılır. Öfkeli alacaklılar üstlerine yürürler, evdeki eşyaları toplayıp giderler. Dert üstüne dert biner.  Boyle’un aldatılmış olan kızı doğurmak üzeredir; oğlu öldürülmüştür, karısıyla kızı da çekip giderler. Boyle her şeyini yitirmiş bir halde, ortalarda kalakalır; mahvolmuştur. Önerme: “Savrukluk, yıkma götürür.”

SHADOW AND SUBSTANCE (Paul Vincent Canon)

Irlanda’da küçük bir dinsel toplulugun lideri olan Thomas Skeritt, hizmetçisi Bridget’in, koruyucusu Aziz Bndget’le ilgili hayaller gördüğüne inanmaz. Hizmetçinin zihinsel bir sarsıntı geçirmekte olduğunu düşünerek kendisini uzak bir yerde dinlenmeye göndermek ister ve asıl önemli olan, hizmetçiye göre, Aziz Bridget’in kendisinden beklemekte olduğu tansığı (mucizeyi) göstermeyi de reddeder. Kızgın kalabalığın elinden bir öğretmeni kurtarmaya çalışırken Bridget öldürülür, dinsel lider de kızın saf, temiz inancı karşısında gururundan olur. Önerme: “İnanç, gururu fetheder.”
* * *
Juno and the Paycock yazarının, kendi önermesinin, “Savrukluk yıkıma götürür,” biçiminde saptadığımız önerme olduğunu bildi-ğinden emin değiliz. Sözgelimi, oğulun ölümü, piyesin özüyle hiç  ilişkili değildir. Sean O’Casey çok usta bir karakter yaratıcısıdır; fakat ikinci perde, piyesini harekete getirecek düşüncenin açık seçik olmaması yüzünden, durgundur. Yazarın, gerçekten büyük bir piyes yazma fırsatını kaçırmasımn nedeni de işte budur. Öte yandan, Shadow and Substance’in de iki önermesi vardır. İlk iki perde ile son perdenin dörtte üçünün önermesi şudur “Akıl, boş inancı yener” Sonunda, hiçbir ön hazırhk yapılmadan, birdenbire akıl inança, ‘boş inanç’ da `gurura dönüşür. Eksen karakter olan dinsel lider, bukalemun gibi renk değiştirir; az önceki tavrı ile az sonraki tam arasında hiçbir ilişki kalmaz. Kısaca, piyes bulanıklık içinde sona erer.

Her iyi piyesin kesinlikle iyi belirlenmiş bir önermesi olmalıdır. Öneriyi belirlemenin birden çok yolu olabilir; önemli olan, anlatımın değil, düşüncenin değişmemesidir. Piyes yazarları genellikle, bir düşünceden hareketle ya da bir durumun çekiciliğine kapılarak piyes yazmaya oturuyorlar. Önemli olan, o düşüncenin ya da durumun bir piyese mal olup olamayacağıdır. Bin piyes yazarından dokuz yüz doksan dokuzunun bu yolda hareket ettiğini bile bile, bizim bu konudaki yanıtımız gene de olamayacağı doğrultusundadır. Hiçbir düşünce, hiçbir durum, kesinlikle belirlenmiş bir önerme olmadan, sizi mantıksal sonuca ulaştıracak güçte değildir. Eğer böyle bir önermeniz yoksa; ilk özgün düşüncenizi ya da çekiciliğine kapıldığınız durumu değiştirebilir, yeni baştan ele alabilir veya başka bir durumu da seçebilirsiniz. Piyesinizi sonuçlandırmak amacıyla yeni yeni durumlar bulmak için bunalıma girecek, beyninizi zorlayacaksınız. Bu durumları bulsanız bile, piyesinizi gene de yazıp bitiremeyeceksiniz, Bitirebilmeniz için, kesinlikle bir önermeden yola çıkmanız gerekmektedir; öyle bir önerme ki, varmayı tasarladığınız ereğe sizi döndürüp dolaştırmadan iletsin.

(Lajos Egri’den derlenmiştir)

 

William Faulkner’dan kurmaca yazmak isteyenlere 7 tavsiye

Faulkner, Virginia Üniversitesi’nde writer-in-residence olarak çalıştığı 1957 ve 1958 yıllarında genç yazarlara bir dizi tavsiyede bulunuyor.

1) Diğer yazarlardan ihtiyacınız olanı alabilirsiniz

Faulkner, başka bir yazarın kullandığı, kendisine faydalı olabileceğini gördüğü bir tekniği ya da yöntemi ödünç almakta hiçbir sıkıntı görmez. 25 Şubat 1957 yılındaki yazı dersinde şöyle diyor:

Daha önce de söylediğim gibi, bence iyi romancı ahlak dışı biridir. İhtiyacı olan şey ne olursa olsun, nerede olursa olsun onu alır ve bunu açık ve dürüstçe yapar, çünkü o aldığı şeyin başka insanların da kendisinden alacağı kadar iyi olmasını ve kendisinden alanların da aynı kendisi öncesinde aldığı için mutlu olduğu gibi mutlu olacaklarını ümit eder.

2) Üslubunuz sizi endişelendirmesin

Özgün yazar, üslup konusuna çok fazla kafa yorar. 24 Nisan 1958 yılında lisans seviyesindeki yazı dersinde şunları söylüyor:

Bence her hikaye kendi üslubunu belirler, yani yazarların üslup konusunu kafalarına çok fazla takmalarına gerek yok. Eğer bir yazar bu konuyu kafanıza takarsa, saçma olmasa da gereksiz sayılacak şeyler yazacaktır. Yazdıkları kulağa oldukça güzel ve memnuniyet verici gelecektir, fakat yazdıklarının çok fazla anlamı olmayacaktır.

3) Tecrübelerinizi yazın ama tecrübe tanımınızı geniş tutun

Faulkner tecrübeleri yazma konusundaki eski atasözüne katılıyor, hatta tecrübenin dışında bir şey yazmanın imkansız olduğunu söylüyor. Dikkat çekici kapsamlı bir tecrübe tanımı yapıyor. 21 Şubat 1958 tarihindeki master öğrencileri için verdiği “Amerikan Kurmacası” dersinde şunları söylüyor:

Bana göre, tecrübe algıladığınız her şeydir. Tecrübe bir kitaptan kaynaklanabilir. Bir kitap, hikaye, sizi harekete geçirecek kadar iyi ve doğru olabilir. Bence bu sizin tecrübelerinizden biridir. Kitaptaki karakterlerin yaptıklarını yapmak zorunda değilsiniz, eğer onlar sizde doğru olma etkisi bırakıyorlarsa, onların gerçekleşmesini sağlayan hissi anlayabiliyorsanız, o sizin tecrübenizdir. Yani benim tecrübe tanımıma göre, tecrübeniz olmayan bir şeyi yazmanız mümkün değil, çünkü duyduğunuz, okuduğunuz, hayal ettiğiniz her şey sizin tecrübenizdir.

4) Karakterlerinizi iyi tanıyın, hikaye kendini yazacaktır

Faulkner, açık bir karakter kavramına sahip olduğunuzda hikayedeki olaylar karakterlerin özelliklerine göre akacaktır diyor. “Benimle birlikte karakterler hikayeyi oluştururlar.” 21 Şubat 1958 tarihinde, Amerikan Kurmaca dersinde bir öğrenci, karakterleri zihinde canlandırmak mı yoksa zihindeki karakterleri kağıda dökmek mi daha zor diye sorar. Faulkner’in bu soruyu şöyle cevaplar:

Karakterleri zihinde canlandırmak daha zor diyebilirim. Bir defa karakter sizin zihninizdedir, haklıdır, doğrudur, o zaman o kendi işini yapar. Yapman gereken tek şey, onun peşinden hızla gitmek ve söyledikleriyle, yaptıklarını kağıda yazmak. Bu bir beslenme ve doğumdur. Karakterinizi iyi tanımalısınız. Ona inanmalısınız. Onun yaşadığını hissetmelisiniz, tabii o zaman yazmak için onun eylemlerinden bazılarını seçmeniz gerekecek. Seçtiğiniz eylemler, inandığınız karaktere uygun olmalı. Bu seçimi yaptıktan sonra, karakterinizi kağıda dökmeniz mekanik bir iş olacaktır.

5) Diyalekti tutumlu kullanın

Virginia Üniversitesi’ndeki video arşivinde bulunan bir dizi radyo programında, Faulkner, Mississippi’deki çeşitli etnik ve sosyal grubun konuşmalarındaki nüanslar hakkında ilginç şeyler söyler. 6 Mayıs 1958 tarihindeki “What’s the Good Work” isimli programda diğer yazarların pek ilgilenmediği bu konuda uyarıda bulunur:

Bence, olabildiğince az miktarda diyalekt kullanmak en iyisidir, çünkü bir diyalektiği çok fazla kullanmak o diyalektiğe yabancı olan insanların kafasının karışmasına sebep olur. Hiçkimse karakterlerin tamamen kendi yerel dillerinde konuşmalarına izin vermemelidir. Diyalekt farklılığını birkaç tane ayırt edici örnekle vurgulamak en iyisidir.

6) Hayallerinizi tüketmeyin

“Bir bölümün sonunu ya da bir düşüncenin sonunu asla kendiniz yazmayın” diyor Faulkner. 25 Şubat 1957 yılındaki Yazı Sınıfında;

Sahip olduğum tek kural, tazeyken vazgeçmektir. Asla kendinizi yazmayın. Genellikle yazı işi iyi giderken yazmayı bırakırım. O zaman yeniden çalışmaya başlamak daha kolay olur. Eğer kendinizi tüketirseniz, ölü bir büyünün içine düşersiniz ve sıkıntı yaşarsınız.

7) Mazeret üretmeyin

25 Şubat 1957 tarihindeki yazı sınıfında kendi kaderlerini suçlayan yılmış yazarlar hakkında bazı açık sözlü laflar eder:

Eğer yazar bahsettiği gibi kötü şeyler yaşıyorsa bunu yazmalı diye düşünüyorum. İnsanlardan şöyle şeyler duyuyorum: “Evli ve çocuklu olmasaydım, yazar olabilirdim” ya da “Bunu yapmayı durdurabilseydim, yazar olabilirdim.” Buna inanmıyorum. Bence yazacaksanız yazacaksınızdır. Hiçbir şey size engel olamaz.

Coşku

Piyes Yazma Bilimi adlı yapıtında Moses L. Malevinsky şöyle diyor:
Coşku, coşkunun içindeki veya coşkuya ilişkin öğeler yaşamın temelini oluşturur. Coşku yaşamdır. Yaşam coşkudur. Bu yüzden coşku eylemdir. Eylem coşkudur, Gelgelelim, coşkuyu ne tür güç’lerin harekete geçirdiği bilinmezse, iyi piyes yazılamaz ve yazılmamıştır da. Kuşku yok ki, havlamak köpek için ne kadar gerekliyse, coşku da piyes için o kadar gereklidir. Mr. Malevinsky’ye göre, bu temel ilkeyi yani coşkuyu benimsediniz mi, sorununuz çözüme kavuştu demektir. Tutku, korku, acıma, aşk, nefret, vb. gibi birtakım temel coşkuları içeren bir dizelge (liste) sunuyor ve bunlardan herhangi biri piyesiniz için sağlam bir temel oluşturabilir diyor.

Etgar Keret’ten genç yazarlara on tavsiye

Resim

1. Mutlaka severek yazın.
Yazarlar yazma sürecinin ne kadar zor ve acı verici olduğunu söylemeyi çok severler. Yalan söylüyorlar. İnsanlar, hayatlarını gerçekten hoşlandıkları bir şey yaparak kazandıklarını kabul etmek istemezler.

Yazmak başka bir hayat yaşamanın yoludur. Bir sürü farklı hayat yaşamanın. Asla olmadığınız ama içlerinde tamamen sizi barındıran sayısız insanların hayatını. Oturup bir sayfayla yüzleşmeye çalıştığınız –başaramasanız bile– her seferde hayatınızın ufkunu genişletebilme fırsatına sahip olduğunuz şükran duyun. Bu eğlencelidir. Harikadır. Fiyakalıdır. Ve kimsenin sizi aksine inandırmasına izin vermeyin.

2. Karakterlerinizi sevin. 
Bir karakterin gerçek olabilmesi için dünyada en az bir insanın, o karakterden hoşlansa da hoşlanmasa da onu sevebilmesi, anlayabilmesi gerekir. Yarattığınız karakterlerin anası babası sizsiniz. Eğer onları siz sevemezseniz kimse sevemez.

3. Yazarken kimseye hiçbir şey borçlu değilsinizdir.
Gerçek hayatta, uslu durmazsanız hapse ya da akıl hastanesine düşebilirsiniz; ama yazıda her şey serbesttir. Eğer öykünüzde çekici bulduğunuz bir karakter varsa, onu öpün. Öykünüzde nefret ettiğiniz bir halı varsa, salonun orta yerinde ateşe verin onu. İş yazmaya geldiğinde, klavyenin tek bir tuşuyla gezegenleri yok edebilir, uygarlıkları yeryüzünden silebilirsiniz ve bir saat sonra alt kattaki teyzeyle koridorda karşılaştığınızda size yine de selam verir.

4. Her zaman ortadan başlayın.
Başlangıç, kekin, kek kabına değmiş olan yanık kenarı gibidir. Başlamak için ihtiyacınız olabilir ama yenilebilir sayılmaz.

5. Sonunu tahmin etmemeye çalışın.
Merak, büyük bir güçtür. Onu elden bırakmayın. Bir öykü ya da bir bölüm yazarken durumun ve karakterlerinizin motivasyonlarının hâkimiyetini elinizde tutun ama kurgudaki sürpriz gelişmelere şaşırmaya da devam edin.

6. Bir şeyi hiçbir zaman sırf “âdetten” olduğu için kullanmayın.
Paragraflar, çift tırnaklar, sayfayı çevirdiğiniz halde adı değişmemiş olan karakterler: Bunlar yalnızca size hizmet için var olan kurallardır. Eğer işinize yaramıyorsa boş verin gitsin. Bir kural sırf okuduğunuz her kitapta işe yaraması, sizin kitabınızda da işe yarayacağı anlamına gelmez.

7. Kendiniz gibi yazın.
Eğer Nabokov gibi yazmaya kalkışırsanız dünyada bunu sizden iyi başaran (ve adı Nabokov olan) en az bir kişi olacaktır. Ama kendi tarzınızda yazmaya gelince, kendiniz olma konusunda dünya şampiyonu her zaman siz olacaksınız.

8. Yazarken odada mutlaka yalnız olun. 
Kafelerde yazmak kulağa romantik de gelse, etrafınızda insanların olması, siz farkında bile olmadan boyun eğmenize neden olacaktır. Kimse yokken kendi kendinize konuşabilir, hatta farkına varmadan burnunuzu bile karıştırabilirsiniz. Yazı yazmak da burun karıştırmaya benzeyebilir bazen; etrafınızda birileri varken eylem tabiiliğini kaybeder.

9. Yazdıklarınızı seven insanların sizi teşvik etmesine izin verin. 
Ve geri kalan herkesi görmezden gelin. Yazdığınız şey onlara göre değilmiş. Boş verin. Dünyada başka bir sürü yazar var. Eğer yeterince ararlarsa, eninde sonunda kendi beklentilerini karşılayacak bir yazar bulurlar.

10. Herkesin fikrini alın ama kimseye kulak asmayın (ben hariç). 
Yazmak dünyadaki en mahrem alanlardan biridir. Kimsenin size kahveyi şekerli mi sütlü mü sevdiğinizi öğretemeyeceği gibi, nasıl yazacağınızı da başkasından öğrenemezsiniz. Biri size doğru gelen, rahat gelen bir tavsiyede bulunursa kullanın. Biri size doğru gelen ama rahat gelmeyen bir tavsiye verirse üzerinde bir saniye bile durmayın. Başka birine iyi gelebilir, ama size değil.

 

Chuck Palahniuk’tan yazmak üzerine 12 kural

palahniuk

1. Pişirme saatinizi ayarlayın:  İki yıl önce bu denemelerin ilkini yazdığımda bu deneme, benim yazarlığımın “pişirme saatim” hakkındaydı. Bu denemeyi hiçbir zaman göremediniz ama işte metodum: Yazmak istediğiniz zaman, bir pişirme saatini bir saatlik bir zaman dilimine (veya yarım saat de olabilir) ayarlayın ve saat ötene kadar oturup yazın. Eğer yazmaktan hala nefret ediyorsanız, sonraki bir saat için özgürsünüz. Ama genellikle alarm ötmeye başladığında, kendinizi yaptığınız işe kaptırmış olacaksınız, bunu yaparken son derece zevk alacaksınız ve yazmaya devam edeceksiniz. Pişirme saati yerine çamaşır veya kurutma makinesine çamaşır atıp bunu kendiniz için bir zamanlayıcı olarak ayarlayabilirsiniz. Dönüşümlü olarak farklı işler yapmanız örneğin çamaşırhanede aptalca çalışmak veya bulaşıkçılık size olayları kurmakta gerekli yeni fikirleri, anlamları, farklı kavrama yöntemlerini oluşturacak parçalar verecektir. Eğer hikayede sıradaki olayı bilmiyorsanız…. tuvaletinizi temizleyin. Yatak örtüsünü değiştirin. Allah aşkına, bilgisayarınızın tozunu alın. Aklınıza mutlaka daha iyi bir fikir gelecektir.

2. Farklı hikaye formatlarını kullanın: İzleyicileriniz tahmin edebileceğinizden daha zekiler. Farklı zamanlama ve hikâye formlarını denemekten çekinmeyin. Benim şahsi teorime göre genç okurlar birçok kitabı, daha evvelkilerden ahmak olduklarından değil tam da aksine günümüz okuyucusu daha akıllı olduğu için küçümsüyor. Filmler, hikâye anlatımı konusunda bizi eğitti ve bu yüzden de izleyicinizi şaşırtmak tahmin edemeyeceğiniz kadar zorlaştı.

3. Hikayenin iskeletini oturttuktan sonra yazmaya başlayın: Bir sahneyi yazmaya oturmadan önce, bu sahnenin sizin hikâyenizde ne gibi bir anlamı olduğunu çözün. Neyi daha önce kurarsanız sahne size sonuç verecektir? Hangi sahne daha sonra yer almalı? Sizin kurduğunuz entrikayı hangi şekilde daha fazla uzatabilirsiniz? Çalışırken, araba sürerken, bir şeyler denerken aklınızda sadece bu soru olsun. Fikirlerinizle alakalı notlar alın.

4. Kendinizi şaşırtın: Eğer hikâyeyi sizi hayrete düşürebilecek bir noktaya getirebilirseniz, ya da bırakın hikâye sizi getirsin, okurlarınızı da şaşırtabilirsiniz. İyi planlanmış şaşırtıcı bir sahne sizin o çokbilmiş okuyucunuzun fikirlerini değiştirecektir.

5. Takıldığınız zaman, daha önce yazdığınız sahneleri tekrar okuyun: Orada kenarda kalmış karakterlerden bir tanesini tekrar canlandırın, “gömülmüş silahlar” gibi. Dövüş Kulübü’nün sonunu yazarken, plazalarla ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. İlk sahneyi tekrar okumak, nitronun parafinle karıştırılmasıyla alakalı kenarda kalmış bir fikri hatırladım ve bu plastik patlayıcı yapımının kesin olmayan bir metoduydu.

6. Yazmayı her hafta düzenlemek için bahane olarak kullanın: Bu partiye isterseniz atölye (workshop) da diyebilirsiniz. Canınızın istediğini kadar zamanı yazmanıza değer veren ve sizi destekleyen insanlarla geçirin. Bu yazarken yalnız başınıza geçirdiğiniz zamanı dengeleyecektir. Eğer bir gün yazdığınız şeyi satarsanız, yalnız geçirdiğiniz zamanları karşılayacak bir tutar almayacaksınız. “Ödemenizi” önceden alın, yazmayı insanlarla birlikte vakit geçirmek için bahane olarak kullanın.

7. Kendinizi bilinmezliğe bırakın: Bu küçük tavsiye yüzlerce ünlüden Tom Spanbauer’a, ondan bana, benden de size. Bir hikâyeyi şekillendirmeye izin vermeniz, hikâyenin sonunu şekillendirmenize izin verir. Acele etmeyin ve bir hikâye ve/veya kitabı bitirmek için zorlamayın. Tek bilmeniz gereken bir sonraki sahne veya birkaç sahne. Baştan sona bütün sahneleri bilmenize gerek yok. Aslında, eğer böyle yaparsanız siz bunu gerçekleştirene kadar sıkıcı bir hal alır.

8. Karakterlerin adını değiştirin: Eğer hikâyede daha fazla serbestliğe ihtiyaç duyuyorsanız, taslaktan taslağa karakterlerin isimlerini değiştirin. Karakterler gerçek değillerdir ve bu karakterler siz de değilsinizdir. Keyfi olarak isimlerini değiştirmek bir karaktere mesafe koymanıza neden olur ve böylece bu karaktere her türlü eziyeti yapabilirsiniz. Veya daha kötüsü, eğer hikâyede gerçekten ihtiyaç duyuyorsanız bir karakteri yok edin, öldürün.

9. Üç tip anlatım şeklini de kullanın: Bundan emin değilim ama bir seminerde dinlediğimde bana mantıklı geldi. Bu üç tip: Tanımlayıcı [descriptive], öğretici [instructive] ve canlı anlatım [expressive]. Tanımlayıcı: Güneş yükselmişti. Öğretici: Yürü, koşma. İfade edici Off. Çoğu roman yazarı bu formların bir ya da iki tanesini kullanırlar. Siz üçünü de kullanın. Hepsini birbirine karıştırın. Çünkü insanlar böyle konuşur.

10. Okumak isteyeceğiniz bir kitap yazın: Sizin bile okumak istemeyeceğiniz şeyleri neden bir başkası üstelik para verip okumak istesin.

11. Kitap kapağı fotoğraf çektirin:  Kitap kapağında kullanılmak üzere fotoğrafınızı çektirin ve bunların negatiflerini ve telif haklarını alın.

12. Gerçekten sizi üzen konular hakkında yazın: Onlar yazmaya değecek yegâne şeylerdir. Tehlikeli Yazma, isimli kursunda Tom Spanbauer hayatın bizim kendimizden hiçbir şey katamayacağımız geleneksel ve sıkıcı şeyleri yazmaya harcanmayacak kadar değerli olduğunun altını çiziyordu. geleneksel hikâyeleri yazmak için fazlasıyla kıymetli olduğunun altını çiziyordu. Tom’un bahsettiği çok fazla şey vardı ama ben bir kısmını yarım yamalak hatırlıyorum: Yazmagörevi [Manumission] sanatı, tam olarak heceleyemem bile, ama ne demek istediğini anlıyorum. Bir okuru hikâyedeki olaylar arasında harekete geçirmek için kullanılan özen ve dikkat. Ve Alt Konuşma, benim anladığım hikayede belirgin olanın içine gizli, gömülmüş mesaj. Benim için tam anlayamadığım konuları anlatmak son derece rahatsız edici.

 

Bob Moresco’dan Yazar Tıkanması İçin Tavsiye

Moderatör:  “Yazar tıkanmasını aşmak için bir tavsiyeniz var mı?”
Bob Moresco: Evet, masanızın başına geçin. Bu kadar basit. Yazar tıkanması ile ilgili duyduğum en iyi tavsiye Neil Simon’a aittir. Kendisi Amerika’nın belki de en üretken oyun yazarıdır. Bence öyle. Kendisine “Sizi diğer yazarlardan farklı kılan nedir?” diye soruyorlar. Neil Simon da “Benimle diğer yazarlar arasındaki tek fark sanırım benim her gün sekiz saat masamın başında oturabilmemdir” diyor. O kadar basit. Eğer yazar tıkanmanız varsa “Bende yazar tıkanması yok” diyeceksiniz, “Bende masamın başına geçememe hali var” diyeceksiniz. Gidip masanızın başına oturacaksınız, yarattığınız dünyayı düşüneceksiniz, karakterleri düşüneceksiniz, yaratmaya çalıştığınız karmaşıklığı düşüneceksiniz, en önemlisi de çatışmanızı düşüneceksiniz. Eğer sahnedeki ya da hikayenin bütün yapısındaki çatışmada bir sorun varsa, bununla ilgileneceksiniz.
Er ya da geç cevapları bulmaya başlayacaksınız, size söz veriyorum. Eğer masanıza oturursanız ve hikayenizin unsurlarını düşünürseniz, yazmaya başlarsınız.
Eğer dışarı çıkıp alışveriş yaparsanız, basketbol oynarsanız, karınızla yemeğe giderseniz… Bakın her gün “yazmamanız” için binlerce “geçerli” neden olacaktır. Bunlardan biri yazar tıkanması olabilir. Hepsi palavra. Bir yazar oturur, kendisini (yarattığı) dünyanın içine sokar ve bir noktada birşeyler bulur. Yazar tıkanması hakkında söyleyebileceğim son şey “iyi” yazmaya çalışmamalarıdır. Yazmama
haline geçisin en hızlı yolu “iyi bir şey yazmanız gerektiğini” düşünmenizdir. Kötü yazın, sonra tekrar yazarken onu biraz daha düzeltin/güzelleştirin.

Ünlü yazarlardan yaratıcı yazı için ipuçları

faulkner
Bırakın gramer, noktalama ve heceleme gündelik yaşamınızın içine girsin. En büyük ve harikulade karmaşalar bile cümleler haline getirilmelidir.
Terry Pratchett
Her yazının ilk hali rezalettir.
Ernest Hemingway
Unutmayın ki birileri size bir şeylerin yanlış olduğunu ya da onlara doğru gelmediğini söylerse çoğu zaman haklıdırlar. Size neyin yanlış olduğunu ve nasıl düzeltmeniz gerektiğini söylerlerse çoğu zaman haksızdırlar.
Neil Gaiman

Nesir bir mimarlıktır, iç dekorasyon değil.
Ernest Hemingway

Yazmak parayla, ünlü olmakla, sevgili bulmakla ya da arkadaş edinmekle ilgili değildir. Nihayetinde yazmak, eserlerinizi okuyacak insanların hayatlarını zenginleştirmekle ilgilidir. Uyanmakla, iyi olmakla ve üstesinden gelmekle ilgilidir. Mutlu olmakla ilgilidir.
Stephen King

Her zaman bir not defteri taşıyın. Her zaman. Kısa süreli hafıza, bilgiyi sadece üç dakikalığına taşır. Kağıda kazımazsanız bir fikri sonsuza kadar kaybedebilirsiniz.
Will Self

Eğer okumaya zamanınız yoksa yazmaya da zamanınız (ya da yazmanızı sağlayacak bir aracınız) yoktur, bu kadar basit.
Stephen King

Sevdiklerinizi öldürün, sevdiklerinizi öldürün. Bu, sizin o egoist ve yazar bozuntusu küçük kalbinizi kıracak olsa bile sevdiklerinizi öldürün.
Stephen King

Yazdığınız zamanı ve mekanı koruyun. Herkesi, sizin için en değerli insanları bile ondan uzak tutun.
Zadie Smith

Eğer hikâyeler anlatabiliyorsanız, karakter yaratabiliyorsanız, olaylar icat edebiliyorsanız ve samimi ve tutkuluysanız nasıl yazdığınızın hiçbir önemi yoktur.
W. Somerset Maugham

Çalışma alanında internet bağlantısı olan birinin iyi bir kurgu yazabilmesi oldukça kuşkuludur.
Jonathan Franzen

Yazmayı bitireceğiniz fikrini aklınızdan çıkarın. Yüzlerce sayfanın takibini yapmayı bırakın ve sadece günde bir sayfa yazın, bu yardımcı olacaktır. Sonunda bitirdiğinizde ortaya çıkan sonuç sizi şaşırtacaktır.
John Steinbeck

Yazma hakkındaki tavsiyeleri çok ciddiye almayın.
Lev Grossman

Şahsi fikrim şu ki bir hikâye yazıldığı zaman, hikâyenin başı ve sonu silinmeli. Çünkü biz yazarlar en büyük yalanları bu kısımlarda söyleriz.
Anton Çehov

Büyük bir kitap yazmak için büyük bir konu seçmelisiniz.
Herman Melville

Yaratıcılığın en büyük düşmanı kendinden şüphe etmektir.
Sylvia Plath

Sanatçı, kendi hayal gücüne boyun eğmelidir.
Richard Wright

En korkutucu an her zaman yazmaya başlamadan hemen önceki andır.
Stephen King

İlham gelmesini bekleyemezsiniz, bir sopayla onun peşinden gitmelisiniz.
Jack London

Yazar olmayın, yazı olun.
William Faulkner

Kendini geliştirmeden yazarlık kariyerine başlamak isteyenlere tek tavsiyem, kalın bir post edinmeleri gerektiği olur.
Harper Lee

Eğer kendiniz hakkındaki doğruları söyleyemiyorsanız, başkaları hakkındaki doğruları da söyleyemezsiniz.
Virginia Woolf

Gerçek özgünlük yeni bir biçimle değil, yeni bir bakış açısıyla olur.
Edith Wharton

Mükemmelliğe, yazıya eklenecek hiçbir şey kalmadığında değil, yazıdan çıkarılacak hiçbir şey olmadığında ulaşılır.
Antoine de Saint-Exupery

Bekleyin, bekleyin, bekleyin, bekleyin. Zorla yazmaya çalışmayın. Çoğu insan öyle yapar ancak bu işe yaramaz. Sadece bekleyin, gelecektir.
Toni Morrison

Lubitsch Dokunuşu – 2

1

Billy Wilder’ın hayranları, onun “Lubitsch Dokunuşu” adını verdiği ifadeyle nasıl yakın bir ilişkisi olduğunu kesinlikle bilirler.
Wilder, Lubitsch Dokunuşu hakkında konuşurken bunu; akıl hocası, büyük yazar, yapımcı ve yönetmen Ernst Lubitsch’in görsel hikaye anlatımında kullandığı, onun eşsiz stili ve sinematik alameti farikası ile ilişkilendirir. Wilder “Lubitsch Dokunuşu” için; “Çok iyi şakanın şık bir şekilde kullanımıdır. Bir şakan var ve kendini tatmin olmuş hissediyorsun, ve sonra en tepede bir büyük şaka daha var. Beklemediğin bir şaka. İşte bu “Lubitsch Dokunuşu”dur.
Yönetmen Rouben Mamoulian (Love Me Tonight, The Mark of Zorro, Blood and Sand) Ernst Lubitsch’i şöyle hatırlıyor:

“Bir film yapıyordu ve yazarına;  “bir adamın uzun zamandır evli olduğunu ve bundan yorulduğunu, yanında karısı olmasına rağmen başka kadınlara ilgilendiğini” göstermesi gerektiğini anlattı.  Böylece yazar da karakter için dört sayfalık tanıtıcı bir serim yazdı. Lubitsch yazılanlara baktı ve dedi ki:

“Bütün bunlara ihtiyacın yok.”

O dört sayfayı kullanmadı ve onun yerine şöyle yap dedi;

“Adam karısıyla birlikte kafasında şapkası takılı bir şekilde asansöre biner. Yedinci katta tatlı sarışın bir kadın asansöre biner ve adam şapkasını çıkarır.”

2

Lubitsch’in sansür nedeniyle filminde kullanması imkansız bir skeci vardı. Charles Laughton’ın oynayacağı bir skeçti bu. Lubitsch Dokunuşu devreye girdi ve skeç şu şekilde çekildi:

Sarayın hareminin hemen önünde padişahı görürüz. Bagajları yığılıdır ve belli ki bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Kapıda hadım bir içoğlanı olan Charles Laughton durmaktadır.

Padişah “İbrahim” diye seslenir.

Hadım içoğlanı olan Laughton çok ince, tiz bir sesle “Evet, efendim” diye cevaplar.

“Ben şimdi gidiyorum. Çok dikkatli ol ve sakın gözlerini kızların üstünden ayırma. Unutma. Hiçbir kız haremden çıkmayacak ve hiçbir erkek içeri girmeyecek.  Beni anlıyor musun İbrahim?”

Laughton çok daha tiz bir sesle.”Evet efendim” der.

Padişah yolculuğa çıkar. Bu sırada haremin bir penceresi açılır ve çok güzel bir kız dışarı doğru eğilir, gülümseyerek aşağı seslenir.

-İbrahiiiiiim

Laughton oldukça erkeksi ve tok bir sesle yukarıya seslenir

“- Geliyorum!”

(Yazının 1.kısmını çeviren sevgili Mustafa Devrim Özdinç’e teşekkür ederim)

Kurt Vonnegut’tan İyi Öykü Yazmanın Sırları

vonnegut

Şampiyonların Kahvaltısı, Kedi Beşiği, Mezbaha No.5 gibi kitaplarıyla ünlü Amerikalı yazar Kurt Vonnegut’tan iyi bir hikâyenin nasıl yazılacağına dair, kitapları kadar eğlenceli birkaç ipucu:

1 Sana tamamen yabancı olan birinin zamanını öyle kullanmasını sağla ki, boşa gittiğini hissetmesin.

2 Okuyucunun destekleyeceği, taraf olacağı en az bir karakter yarat.

3 Her bir karakter bir şeyler istemeli, sadece bir bardak su bile olsa.

4 Kurduğun her cümle şu ikisinden birini yapmalı: karakterin kişiliğini belli etmek ya da olay örgüsünü ilerletmek

5 Biraz sadist ol. Baş karakteriniz ne kadar tatlı ve masum olursa olsun, başlarına kötü şeyler gelmesini sağla ki, okur bu karakterlerin nasıl insanlar olduğunu, nasıl tepkiler verdiğini görsün.

6 Sadece tek bir kişiyi memnun etmek için yaz. Sözgelimi, eğer kapıları açıp da herkesi memnun etmeye koşarsan, zatüre olursun.

7 Okuyucuna mümkünse daha ilk sayfalardan, verebileceğin kadar çok bilgi ver. Heyecan yaratmak için bekletmeyi boşver. Öyle bir şey olmalı ki, okuyucu ne olduğunu, nasıl nerede ve ne zaman olduğunu iyi bilmeli ki, olur da hamam böcekleri kalan son birkaç sayfayı kemirirse kendisi de hikâyenin sonunu getirebilsin.

Kenar

Michael Crichton

” En büyük ilham kaynağı; çalışmaktır. Sürekli Çalışın. Eğer başarılı olursanız, çalışın. Eğer başarısız olursanız, yine çalışın. Eğer ilgileniyorsanız  çalışın, sıkıldıysanız yine çalışın. Hep çalışın.”

 

Michael Crichton

David Trottier’e Göre İzleyiciyi Heyecanlandırmanın 10 Yolu

(Michael Huge’un şu ünlü sözünü bir kez daha hatırlayalım: “Her senaryonun amacı, izleyicide duygu uyandırmaktır” Senaryo dersleriyle tanınan David Trottier, izleyicide duygu uyandıracak, heyecanlandıracak 10 püf noktasını listelemiş. Çevirisi için sevgili gezgingezere teşekkür ederim. )

1 – Duygu Uyandırın. Çoğumuz sinemaya baskası yerine duygu hissetmek için gideriz. Kendilerine karsı duygusal özdeşleşme hissedebileceğimiz karakterler yaratın. Bu karakterler inandırıcı olmalıdır, çünkü karakterler, kendileri vasıtasıyla duyguların bize geçtiği aracılar olarak hizmet görürler. Bir baska deyisle onlarla aynı duyguları paylasmalı ve onların hissettiğini hissetmeliyiz.

2 – Çatışma Yaratın. Kendilerini bir davaya adamıs iki güç, her zaman gerilimi artırır. İlkokuldayken kavga eden iki kisinin etrafına nasıl toplandığımızı hatırlayın. Kavga edenleri kimse ayırmazdı, çünkü herkes kimin kazanacağını merak ederdi. Hikayenin başında böyle bir çatısmanın ipuçlarını vermek de bizde bir beklenti yaratır.

3 – Düşman Yaratın. Ana karakterinizin karsısına, Goliath gibi güçlü bir düşman koyun; daha sonra ana karakterinizi bu düsmanla kapısmaya sevk edin. UZAY YOLU II filmindeki Han, bu tür düsmanlara çok güzel bir örnek teskil eder, çünkü bedensel ve zihinsel olarak Kaptan Kirkt’ten daha üstündür. Hepimiz Kaptan Kirk’in bırakın onu yenmeyi, nasıl hayatta kalacağını merak ederiz.

4 – Beklenti yaratın. Bir tehlike beklentisi yaratın. DOKUNULMAZLAR’daki bebek arabasını hatırlıyor musunuz? Bu sahnede Eliot Ness (Kevin Costner – çn.) Capone’un adamlarıyla tren istasyonunda kapısması gerekiyordu. Ness kapısmaya hazırdır ve yerini almıstır, ama bir kadın bebek arabasını güçlükle merdivenlerden yukarı çıkarmaya çalısmaktadır. Kadının, iki tarafın arasına gireceğini “biliriz”. Gerilim artar.

5 – Gerilimi Artırın. Kahramanınızın, içinde bulunduğu tehlikeyi bilmemesini, ama seyircinin bu tehlikeden haberdar olmasını sağlayın. Örneğin özdeslestiğimiz ve önemsediğimiz bir çifti göz önünde bulundurun. Bu çift dısarıda aksam yemeği yerken biri onların evine girer ve yataklarının altına bir bomba yerlestirir. Daha sonra mutlu çiftimiz eve döner ve yataklarına girerler. Biz bombanın orada olduğunu biliriz, ama onlar bilmez. Biz, yani seyirciler, çiftten daha üstün bir konuma sahibiz.

6 – Sürpriz Kullanın. Arada sırada hikayeye bir sürpriz dönüş (“twist”), yani olayların aniden yön değistirmesini ekleyin. (Matrix filminde Neo’nun filmin ortasında seçilmis kisi olmadığını öğrenmesi böyle bir sürpriz dönüstür. O andan itibaren filmdeki bütün olayların anlamı değisir. “Seçilmis Kisi herkesi kurtaracak” hikayesinden, “acaba bu seçilmemis, sıradan insan ne yapacak?”a geçeriz – Gezgin)

7 – Acil bir durum yaratın. Karakter için son derece önemli olan bir sey tehlikeye düstüğünde, o sey bizim, yani seyirci için de önemli hale gelir. Bu sey dünyanın güvenliği de olabilir, genç bir suçlunun ahlaken kendini kurtarması da. İki asığın birbirini bulmasının getireceği duygusal tatmin de olabilir, gizli bir belgenin korunması da, ya da bir değerin zafer kazanması da. Tehlike ne kadar büyükse, gerilim de o kadar yüksek olur.

8 – Sonuçlar Yaratın. Bir önceki maddeyle yakından bağlantılı olan bir sey de, korkunç sonuçların olusturulmasıdır. Bunlar, kahraman amacını gerçeklestiremediği takdirde meydana gelecek olaylardır. Challenger uzay mekiği patladığı zaman çok sayıda insan üzüldü. Bu olaydan birkaç yıl sonra bir baska uzay mekiği uzaya gidecekti. Bu ikinci mekiğin geri sayımında yasanan gerilimi hatırlıyor musunuz? İçinizi kemiren bu duygu, daha önceki mekiğin patlamasının yarattığı korkunç sonuç beklentisinden dolayıydı.

9 – Zamanı sınırlayın. Saat verin. “Dünyayı kurtarmak için 24 saatin var James, iyi sanslar.” Son tarihler (“deadline”) her zaman gerilim yaratırlar, çünkü ikinci bir düsmanı devreye sokarlar. Bu düsman “zaman”dır. Kahramanın, patlamak üzere olan bir bombayı, gerisayım sona ermeden etkisiz hale getirmek zorunda olduğu onlarca filmi bir çırpıda hatırlarsınız. KIZIL EKİM (“The Hunt For Red October” – Sean Connery) filminin torpido atesleme sahneleri özellikle heyecanlıydı. Aynı sekilde OZ BÜYÜCÜSÜ (“The Wizard of OZ”) filminde kötü cadı Dorothy’yi yakaladığında bir kum saatini ters çevirir. “İşte bu kadar yasayacaksın tatlım” der. Dorothy’nin ne zaman öleceğini bilmememize rağmen endiseleniriz. Hitchcock “siddet tehdidi siddetten daha güçlüdür” dediğinde haklıydı. Siz de örtülü bir zaman sınırlaması yaratabilirsiniz. Genç bir kız raylara bağlanmıstır. Acaba Batman kız tren tarafından ezilmeden önce kızı kurtarabilecek mi? Alın size örtülü, ya da suni bir zaman sınırlaması.

10 – Süpheyi Sürdürün. Eğer bir sahnenin ya da filmin nasıl sona ereceği ile ilgili akla yakın bir süphe varsa, gerilim artar. DOKUNULMAZLAR’ın açılıs sahnesinden Capone’nun adamlarından biri bir dükkana içi patlayıcı dolu bir çanta bırakır. Sonra bu çantayı küçük bir kız alır ve çanta patlar. Bu noktada, bu filmdeki herkesin ölebileceğini fark ederiz. Elliot Ness’in küçük kızı ve karısı için bütün film boyunca endiseleniriz. Neden? Çünkü bu sonucun gerçeklesebileceğine dair ciddi bir süphe vardır.

Yukarıda anlatılan araçlar birbirleriyle yakından bağlantılıdır. Bunları kendi senaryonuzu yazarken akıllı bir biçimde kullanın. Seyircileriniz gerçekten heyecan duyacaklar.

Kahraman Yaratımında Ahlaki Sav

Değerler: Kahraman inançları ve değerleriyle başlar.

Ahlaki açıdan zayıf yönleri: Kahraman öykünün başında diğerlerini canını bir şekilde yakar. Kötü değildir ama zayıf yönü yüzünden böyle davranır ya da diğerlerine karşı düzgün davranması gerektiğinin bilincinde değildir.

Ahlaki gereksinimi: Ahlaki acıdan zayıf yönüne bağlı olarak kahraman büyümek ve daha iyi bir hayat yaşamak için diğer insanlara karşı düzgün davranması gerektiğini öğrenmelidir.

İlk ahlak dışı davranış: Kahraman öykünün başında birinin canını yakar.

Arzu: Kahraman geri kalan her şeyin kurban edildiği bir amaç edinir. Bu amaç onu, amacı aynı ve değerleri farklı olan rakibiyle çatışmaya götürür.

Hamle: Kahraman ve rakibi amaçlarına ulaşmak için harekete geçerler.

Ahlak dışı davranışlar: Öykünün başında ve ortasında kahraman rakibe yenilir. Ümitsizdir. Kazanabilmek için ahlak dışı davranışlara yönelir.

Eleştiri: Diğer karakterler kahramanı ahlak dışı davranışından dolayı eleştirirler.

Savunma: Kahraman davranışını savunmaya çalışır. Daha derinlerdeki gerçeği o an değil öykünün sonunda fark eder.

Dostun Saldırısı: Kahramanın en iyi arkadaşı, kahramana davranışlarının hatalı olduğunu, güçlü bir şekilde iddia eder.

Saplantılı Hamle: Kazanmak için harekete geçen kahraman, amacına ulaşmak için saplantılı bir şekilde elinden gelen her şeyi yapar.

Ahlak dışı davranışlar: Kahramanın ahlak dışı davranışları yoğunlaşır.

Eleştiri: Diğer karakterlerin eleştirileri de aynı şekilde yoğunlaşır.

Savunma: Kahraman davranışlarını daha hararetli bir şekilde savunur.

Öykü devam ederken, farklı değerler ve farklı yaşam biçimleri, aksiyon ve diyaloglar vasıtasıyla kahraman ve rakibi tarafından temsil edilir. Öykünün sonunda izleyicinin aklında temanın patladığı dört yer vardır; kavga, kendini keşif, ahlaki karar ve tematik keşif.

Kavga: Kimin kazandığını belirleyen son çatışma. Kimin kazandığına bakmaksızın izlyici hngi fikirlerin ve değerlerin kazandığna bakar.

Rakibe karşı nihai davranış: Kavgadan hemen önce kahraman rakibe karşı ahlaki veya gayrı ahlaki bir davranışta bulunur.

Ahlaki açıdan kendini keşif: Kavga kahramanın kendini keşfetmesine neden olur. Kahraman kendine ve değerlerine karşı nasıl hatalı davrandığını fark eder. Başkalarına nasıl davranması gerektiğini öğrenir.

Ahlaki karar: Kahraman iki seçenekten birini seçer. Ahlaki açıdan kendini keşfettiğini ispatlar.

Tematik Keşif: mükemmel öykülerde tema, izleyici üzerindeki etkisini en fazla tematik keşifte ortaya koyar. Tematik keşif izleyicinin, insanların dünyada nasıl davranması gerektiğiyle ilgili önsezisidir. bu önsezi bahsedilen karakterlerin sınırlrını kırar ve izleyiciyi etkiler.

(Kaynak: John Truby)

Steinbeck’ten Yazmanın 6 Sırrı

steinbeck

John Steinbeck, edebiyat dergisi “The Paris Review”a 1975 senesinde verdiği röpörtajda yazarlara 6 tavsiye sunmuştu. Steinbeck’in genç romancılar için önerdiği bu sırlar, senaristler için de geçerli olduğu için yazıyı buraya aldım.

1. Kitabı yazmayı tamamlayamayacağınız fikrinden kurtulun. Tek seferde 400 sayfa yazmayı denemeyin, günde 1 sayfa yazın. Bitirdiğiniz zaman şaşıracaksınız.

2. Özgürce ve mümkün olduğunca hızlı yazın. Yazacaklarınızı bitirene kadar asla yazdıklarınızı düzeltmeyin veya değiştirmeyin. İşinizi bitirmeden düzeltme yapmaya kalkışmak genelde yazmayı bırakmak için bir bahane oluyor.

3. Seyircilerinizin varlığını unutun. Başlangıçta isimsiz ve yüzsüz seyirciler sizi korkutacak olsa da daha sonra bunun bir önemi kalmayacak çünkü bu bir tiyatro oyunu değil ve onlar aslında yoklar. Yazıda, seyirci tek bir okuyucudur. Tanıdığım ya da hayal ettiğim birine yazıyormuş gibi yapmanın faydasını gördüğüm olmuştur.

4. Eğer yazının bir bölümü tüm enerjinizi emiyorsa o parçayı atlayın ve yazmaya devam edin. Yazınızın tamamını bitirdiğinizde sizi uğraştıran bölümü tekrar okuyun. O parçanın sizi o kadar uğraştırmasının sebebinin onun yerleştirdiğiniz yere ait olmamasından kaynaklandığını göreceksiniz.

5. Yazdıklarınız içinde en çok dikkat etmeniz gereken bölüm en çok beğendiğiniz bölümdür. O parçanın genele uyum sağlamadığını farketme ihtimaliniz çok yüksek.

6. Diyalog yazıyorsanız, aynı anda yazdıklarınızı yüksek sesle okumayı ihmal etmeyin. Diyaloglar ancak o zaman konuşmanın diline sahip olacaktır.

Kahramanla Empati / Sempati Kurmak

İzleyicinin kahramanla empati kurmasına izin verin ama sempati kurmasına izin vermeyin.

Herkes kahramanı sevilebilir yapmak için gereksinimden söz edip duruyor. Sevilebilir (sempatik) bir kahraman yaratmak değerlidir, çünkü izleyici kahramanın amacına ulaşmasını ister. Aslında izleyici anlatılan hikayeye eşlik eder.  Ancak öykülerdeki en güçlü kahramanlar bazen hiç de sevilebilir kahramanlar değildir. Buna rağmen bizi etkilerler.  İlk başlarda sevilebilir kahramanlar, rakiplerine yenildikçe ahlaksız şeyler, -hoşumuza gitmeyen şeyler-  yapmaya başlarlar.  Buna rağmen seyirci filmin ortalarında kalkıp salonu terk etmez.

Kilit nokta: Önemli olan izleyicinin karakterle empati kurmasıdır, sempati duyması değil.

Biriyle empati kurmak, onu anlamak demektir. Sevilmeye veya ahlak dışı davranışları olsa bile izleyicinin o karaktere ilgi duymasını sağlamanın hilesi izleyiciye kahramanın gerekçesini göstermektir.

Kilit nokta: Kahramanınızın niye öyle davrandığını hep gösterin.

İzleyiciye kahramanın neden öyle davrandığını gösterirseniz, davranışı onaylamasa bile (sempati), davranışın sebebini anlar (empati).

İzleyiciye kahramanın gerekçesini göstermek kahramanın kendisine göstermek demek değildir. Kahraman başlarda bir amacın peşinden giderken gerçek sebep konusunda genellikle haksızdır ve öykünün sonunda kendini keşfettiği zaman gerçek gerekçesini anlar.

(John Truby)

Gizemli Karakter

Filmin kahramanı veya diğer karakterler, seyircinin ilgisini ve merak duygusunu her zaman diri tutabilmelidir. İyi karakter yaratmanın yollarından biri de karakteri gizemli yapmaktır. İzleyiciye karakterin bir şeyler gizlediğini gösterin. Böylece pasif olan seyirci öyküye aktif olarak katılır. Kendi kendine “bu karakter bir şey saklıyor ve ben onu bulacağım” der.

Pixar’dan Öykü Anlatmanın 22 Kuralı

Pixar sanatçılarından Emma Coats, Twitter’daki hesabında (https://twitter.com/lawnrocket)  öykü anlatmanın 22 basit kuralını sıralamış. İşte o 22 kural.

  1. Karakterlerinizi, onların  yapıp ettiklerinden daha çok sevin.
  2. Bir seyirci olarak size ilginç gelen şeyleri aklınızda tutun. Bir yazar olarak eğlenceli gelenleri değil. Bu ikisi farklı şeyler olabilir.
  3. Yazarken bir tema üzerinde çalışmak önemlidir ama, sona gelene kadar hikayenin asıl konusunu göremeyeceksiniz. Yeniden yazmaya üşenme!
  4. Bir zamanlar bir — varmış. Her gün —. Bir gün —. Bu yüzden —. Ta ki —.
  5. Basitleştir. Odaklan. Karakterleri bir araya getir. Engelleri aşsınlar. Önemli şeyleri yitiriyormuş gibi hissedebilirsiniz ama sizi özgür kılacaktır.
  6. Karakteriniz hangi konuda iyi, hangi konuda kendini iyi hissediyor? Tam tersi şeyleri önüne koyun. Bakalım nasıl mücadele edecek.
  7.  Hikayenin ortasından önce sonunu yazın. Sonlar zordur, her şeyi altüst edebilir.
  8. Hikayenizi bitirin. Ancak ideal dünyada hem bitirip hem de mutlu olursunuz. O yüzden iyisi mi bitirin. Gelecek sefere daha iyisini yazarsınız.
  9. Tıkandığınız zaman olmaması gerekenlerin bir listesini yapın. Tıkanıklığı aşacak şeyler çoğunlukla bu şekilde gün yüzüne çıkar.
  10. Sevdiğiniz hikayeleri bir kenara ayırın. Sevdiğiniz şeyler sizden bir parçadır. Kullanmadan önce onlara söz hakkı vermiş olursunuz.
  11. Kağıda dökerseniz düzeltmeye başlayabilirsiniz. Eğer kağıda dökülmez de kafanızda kalırsa, mükemmel bir fikri kimseyle paylaşmamış olursunuz.
  12. Aklınıza ilk gelen fikri gözden çıkarın. Sonra arkasından gelen, aşikar olanları da… Kendinizi şaşırtın.
  13. Karakterlerinize kanaatler verin. Yazarken edilgenlik ve uysallık sevimli görünse de seyirciyi bunaltır.
  14. Neden bu hikayeyi anlatmaya mecbursunuz? Sizi buna sürükleyen şey nedir? İşin aslı budur.
  15. Karakterlerinizden biri olsaydınız nasıl hissederdiniz? Dürüstlük inanılmaz durumların kabullenilmesine yarar.
  16. Hedefte neler var? Karaktere temel bir amaç verin. Eğer başaramazsa neler olur? Zıtlarını da düşünün ve sıralayın.
  17. Çalışmalarınız boşa gitmez. Eğer şimdi işe yaramazsa belki sonra yarar. Çabalamaya devam etmekte fayda var.
  18. Huzursuz eden ve en iyi olduğun şeyler arasındaki farkı bilecek kadar kendinizi tanımalısınız. Yazar için hikaye; sınavdır, güzelleşme değildir.
  19. Karakterlerinizin başını belaya sokan rastlantılar güzeldir, ama onları beladan kurtaranlar hilekarlıktır.
  20. Ödev: Sevmediğiniz bir filmin yapıtaşlarını yok edin. Sonrasında seveceğiniz şekilde filmi nasıl düzenleyeceğinize bakın.
  21. Karakterlerinizi ya da durumlarını tanımlamak zorundasınız. Şıp diye “süper” bir senaryo yazabileceğinizi düşünmeyin. Ne yapmalısınız ki yazdıklarınız süper olsun?
  22. Hikayenin özü nedir? En kısa haliyle ifade et! Eğer başarabilirseniz artık yazmaya başlayabilirsiniz

Çevirisi için Gökhan Yorgancıgil’e teşekkürler.

pixar22rules

Alexandre Dumas’dan Kahraman Yaratımı Üzerine

1860 yılında Alexandre Dumas, kahramanı Edmond Dantes’in Monte Kristo kontu olmadan önce 14 yıl hapis yattığı If şatosunu ziyaret etmiş. Dumas oradayken ziyaretçilere hep Monte Cristo’nun “gerçek” hücresi denilen yerin gösterildiğini ve rehberlerin Dantes, Faria ve romandaki diğer karakterlerin sahiden yaşamış kişilermiş gibi söz ettiklerini keşfetmiş. Oysa aynı rehberler If şatosunda Mirabeau Kontu gibi önemli tarihi kişilerin hapis yattığını ağızlarına bile almıyorlarmış.

Dumas anılarında şöyle der: “romancıların bir ayrıcalığı vardır, tarihçilerin karakterlerini öldürecek karakterler yaratırlar. Bunun nedeni, tarihçilerin anlattığı kişilerin hayalet, romancıların yarattıklarının ise kanlı canlı insan olmalarıdır.”

Umberto Eco / Genç Bir Romancının İtirafları

Bülent Oran’a göre kahraman

Türk sinemasının en fazla senaryo yazan senaristi Bülent Oran’ın yazdığı fakat yayımlayamadığı senaryo kitabından kahramana dair bir takım notlar:

“Kahramanımızın, yaratacağımız karakterin amacını biliyorsak, konuya renk katmak için o amaca ulaşmayı engelleyecek karşı olaylar bulmamız gerekir. Kahramanın o engelleri aşması için yaptığı şeyler de bizim film öykümüz olacaktır. Çelişkiler, çatışmalar, ve kişinin engelleri yenme çabaları dramanın vazgeçilmez öğeleridir. Bütün bunları ve gereken yeterli çelişkiyi bulmak senaryocunun ilk görevidir. Bu yaratı ve araştırma sırasında yazar, öyküsünü ileriye yöneltme ile bir çözüme doğru gitmesini sağlamalıdır.” 

eski komedi / yeni komedi

woody allen

Modern komedi filmlerini sessiz klasiklerle karşılaştırması istendiğinde Allen o bildik düşünceli üslubuyla cevap veriyor:

“Bu gün komedinin oyun sahası değişti. Chaplin ve Keaton insanların somut engellere, hayal kırıklıklarına ayak uydurma mücadelesi verdiği, buna çalıştığı çok fiziksel bir dünyada iş görüyorlardı. Bu gün çatışmalar içsel oluyor sanırım. Psikolojik çatışmalar var artık; bu iç ruh hallerini ifade edecek bir lugat bulmak, onları görsel hale getirmek zor.

Lubitsch Dokunuşu (The Lubitsch Touch )

Görsel

Billy Wilder’dan “Lubitsch Dokunuşu” açıklaması istendiğinde öğrencilerle yaptığı şu çalışmayı anlatıyor;

“Elimizde bir kral, bir kraliçe ve bir de teğmen var. Kralı 60 yaşlarında, oldukça şişman olan bir George Barbier, kraliçeyi ise çok tatlı biri olan Miriam Hopkins oynuyor. O dönem oldukça genç ve yakışıklı olan Maurice Chevalier de teğmeni canlandırıyor. Şimdi sizden bu durumu sahneye uyarlamanızı istiyorum: kraliçenin teğmenle ilişkisi var ve kral da bunu öğreniyor.  İstediğiniz şekilde yapabilirsiniz. 

Öğrenciler iyi çözümlerle birlikte geri geliyorlar. Bunların bir kısmı eğlendirici, bir kısmı da biraz uzun olan çözümler, ancak kimse Bay Lubitsch’in The Smiling Lieutenant filminin açılışında yaptığından daha iyi bir çözüm bulamıyor. 

Kral ve Kraliçenin odasındayız. kral elbiselerini giyiyor. hafifçe burnunu ovalıyor ve kraliçeyi gıdıklıyor. Her şey çok hoş görünüyor. Ardından Kral yatak odasından çıkıyor. Kapıda Maurice Chevalier’i elinde bir kılıç ile görüyoruz, topuklarını birbirine vuruyor. Şimdi kendisi kralın gidişini izliyor. Kral uzun merdivenlerden iniyor. Bum, bum, bum. 

Şimdi Bay Chevalier’e geri dönüyoruz. Kraliçenin yatak odasına giriyor ve kapıyı ardından kapatıyor. Odanın içinde neler yaşandığını göstermiyoruz. Bu çok önemli. 

Şimdi krala dönüyoruz. Kendisi birden kemerini ve kılıcını unuttuğunu fark ediyor. Geri dönüp merdivenleri çıkıyor ve yatak odasına giriyor. 

Kral yatak odasının kapısını açıyor, içeri giriyor ve kapı ardından kapanıyor. Biz ise hala koridorda duruyoruz. Asla içeri girmiyoruz. 

Kral dışarı çıkıyor. Elinde kemeri ve kılıcı var. Kendisi gülümsüyor. Tekrar merdivenlerden aşağıya iniyor. bum, bum bum. Ancak kemer onun değildir, Bu kemer kendi kemerinden küçüktür. 

Tekrar geri dönüyor ve Chevalier’i yatağının altında buluyor, tamam mı? Fakat bütün bunlar bir parça ileriye ertelenerek yapılıyor. İşte lubitch dokunuşu budur.  

Senaryo Ekibi

Billy Wilder, senaryolarını birlikte yazdığı yazarlardan Charles Brackett’ten bahsederken iyi bir senaryo ekibinin nasıl olması gerektiğine dair bir tespit yapar;

“Eğer aynı şekilde düşünen iki kişi, siyasi açıdan aynı düşünen iki kişi, aynı yerden gelen ve aynı geçmişe sahip olan iki kişi bir araya gelirse, bu bir felakettir. Bu, bir ipi tek ucundan tutup çekmeye benzer. Eğer kendinle işbirliği yapıyorsan bir yardımcın yok demektir. Tek başına da oturup yazabilirsin. Halbuki olup bitenleri aksi yönden yansıtan birileri lazımdır. O ipi mümkün olduğunca sıkı germen gerekir. Sürtüşmelerden kıvılcımlar ve parıltılar ortaya çıkar. bu da özellikle diyaloglar için iyi bir şeydir.”

Karakter Baskı Altında Ortaya Çıkar

Robert McKee’nin Story isimli kitabından:

Gerçek karakter; insanın baskı altında yaptığı seçimlerle ortaya çıkar. Baskı arttıkça , açığa çıkma derinleşir, karakterin gerçek doğası hakkında tercih daha doğru olur. (…) Baskı önemlidir. Hiçbir şey riskte değilken yapılan tercihlerin fazla bir anlamı yoktur. Eğer bir karakter söylediği bir yalanın kendisine hiçbir şey kazandıramayacağı bir durumda gerçeği söylemeyi tercih ederse, tercih önemsizdir. Bu an hiçbir şey ifade etmez. Ancak aynı karakter, bir yalan onun hayatını kurtaracağında bile gerçeği söylemekte ısrar ederse, o zaman dürüstlüğün onun doğasının özünde olduğunu duyumsarız.

Kahramanla Özdeşleşme

lavitaebella

Seyircinin kahramanla özdeşleşmesini sağlamak  için, kahramanı seyircinin de dahil olacağı, onunla birlikte endişeleneceği, heyecanlanacağı ve çözüm yolları arayacağı zor durumlara sokmak gerekir;

  1. Kahramanın,  kendisini ikilemde, çıkmazda bulması. Özellikle de ahlaki bir çıkmazda. (Kahramanın hayati bir mesele için  paraya ihtiyacı vardır ve  para dolu bir cüzdan bulur. Şimdi kahramanımızın bir ikilemi vardı; Kahraman, bulduğu para ile hayati meselesini mi halletmeli, yoksa cüzdanın sahibini bulup parayı ona mı vermeli? Kahraman bu ahlaki çıkmazını sorgularken, seyirci de onunla birlikte aynı durumu sorgular, “ben olsaydım ne yapardım” sorusunu sorar ve kendisini kahramanın yerine koyar.
  2. Kahramanın, kendisini ipuçlarını birleştirerek çözmesi gereken bir olayın içinde bulması. (polisiye, gerilim filmlerinde sıkça karşılaştığımız bir durum, klasik “katil kim” durumu) Seyirci de kahramanla birlikte ipuçlarından yola çıkarak olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair mantık yürütür, çıkarımlar yapar. Ya da “La Vita e Bella” filminde de rastladığımız “bulmaca çözme” durumu. Seyirci filmin kahramanı Guido ve nazi subayı arasındaki bulmaca oyununa kendini kaptırır ve bir müddet sonra kendini Guido ile birlikte bulmacaların cevaplarını ararken bulur.
  3. Kahramanın kendini muazzam bir haksızlığa maruz kalmış bir durumda bulması. İnsanın doğasında, mazlumun yanında yer alma, onun için üzülme ve gerekirse onun için savaşma duygusu vardır. Seyirci,  haksızlığa uğrayan kahramanın yanında yer alır ve hikaye boyunca onunla birlikte hareket eder. Kahraman, uğradığı haksızlık için mücadele ederken seyirci onu destekler ve şiddetle başarılı olmasını arzular.

Learning Lessons From Hollywood

bartonfink

  1. Yaratıcılığı kısıtlayan en önemli etken hata yapma endişesidir.
  2. İnsanlara fikirlerinin kendilerine karşı kullanılmayacağı hissini ve güvenini vermemiz gerekiyor.
  3. Kapınızı herkese açık tutmak zorundasınız. İyi fikrin kimden geleceğini bilemezsiniz. Ne kadar zor ulaşılabilirseniz o kadar kaybederseniz.
  4. Hedeflerinizi değiştirmezseniz yeni başarılara ulaşamazsınız.
  5. En iyiye ulaşmanın sırrı herkesin aynı sonucu hedeflemesi ve buna inanmasıdır.
  6. Bazı başarıların oluşması zaman alır. Projene inan ve sabret.
  7. İyi bir iletişim kurduğunu, insanların seni dinleyip anladığını düşünüyorsan her şeyi baştan düşün çünkü tam böyle zamanlarda problemler başlar.
  8. Projene inanan kişiler arttıkça katılım gösteren de çoğalır. Burada iyi bir denge kurmak gerekir. Çok fazla bilgilenme ve yorum kafa karıştırır. Sonuçta yaratıcı vizyonun dağılmasıyla sonuçlanabilir. Bazen az yorum ve katkı daha tercih edilebidir.
  9. Yaratıcılığın en büyük kaynağı eğlenebilmektir. Keyif aldıkça daha yaratıcı olursunuz.

(alıntı)