SENARİSTİN ALET ÇANTASI

Speed (1994)

Yazdığı senaryoyu izlenebilir kılmak için her senaristin alet çantasında bulunması gereken senaryo “aletlerini” anlatmaya çalışacağım. Eğer film hikayenizde bu “aletlerden” yoksa,  yerleştirmenin bir yolunu bulun.

1-ÇENGEL

Çengel, seyircinin dikkatini çekecek ve filmi izlemesini sağlayacak şey için kullanılan tabirdir. Balığı oltaya çekmek için kullandığımız yem ne işe yarıyorsa çengel de aynı şeye yarar. Bu yüzden bazı senaryo kitaplarında “olta” olarak adlandırıldığı da olur. Kanca olarak da geçer. Çengel, senaristin seyirciye keyifli bir şey izleyeceğini vaat etmesidir. Çengel, seyirciyi sandalyesine mıhlar. Özellikle sabırsız ve tahammülsüz televizyon seyircisinin öteki kanala geçmemesini sağlayacak şey çengeldir. İçinde çengel bulunan senaryoları satmanız çok daha kolaydır. Çünkü tecrübeli bir yapımcı çengelli hikayelerin seyirci tarafından sevildiğini çok iyi bilir.

Çengel: Bomba yerleştirilmiş olan otobüs belli hızın altına düşerse bomba patlayacaktır.

Howard bir otobüse öldürücü patlayıcılar yerleştirmiştir ve eğer otobüs belli bir hızın altına inerse bu patlayıcılar infilak edecektir. Jack, soğukkanlılığını koruyarak bu sıradan otobüsü ve daha da önemlisi içerisindeki masum insanları korumak isteyecektir. (Speed, Hız Tuzağı 1994)

Çengel’in en iyi kullanıldığı filmlerden biri Hız Tuzağı’dır. Seyirci otobüse yerleştirilmiş bombayı gördükten sonra kolay kolay filmin başından kalkamayacaktır. Çünkü seyircide kahraman belli bir hızın altına düşerse otobüsün infilak edeceği bilgisi de vardır. Şimdi seyirci çengele takılmıştır, kahramanın bu cehennemden nasıl çıkacağını büyük bir merakla izleyecektir.

Çengel: Birbirini öldürmeye çalışan iki düşman askeri aynı çukura düşerlerse ne olur?

1993. Bosna’daki savaş tüm şiddetiyle sürmekte. Ciki isimli Bosnalı ve Nino isimli bir Sırp asker düşman hatları arasındaki tarafsız bölgede sıkışmışlardır. Kaçacak bir yerleri ve güvenecek kimseleri yoktur. Birbirine düşman bu iki asker bir yandan birbirlerini yok etmek için fırsat kollarken bir yandan da içinde bulundukları trajikomik durumdan kurtulmak için mücadele etmektedirler. (No Mans Land, Tarafsız Bölge, 2001)

Çengel: Hayatını yalan söyleyerek kazanan bir adam bir sabah uyandığında yalan söylemediğini görürse ne olur?

Los Angeles’lı savunma avukatı Fletcher Reede, tüm hayatını yalan söyleyerek kazanmaktadır. 5 yaşındaki oğlu Max’in partisine gitmek yerine ona yalan söylemeyi tercih eder. Çünkü patronu Miranda’yla sevişmek gibi önemli bir işle meşguldur. Küçük Max de yaşgünü mumlarını söndürürken babasının en azından bir gün boyunca yalan söylememesini diler ve bu dilek işe yarar. Ertesi gün Fletcher hiç yalan söyleyememektedir ve bu durum onun hayatını kabusa çevirir.  (Liar Liar, Yalancı Yalancı, 1997)

2-MACGUFFİN

MacGuffin, Hitchcock’un olaylar arasındaki sürekliliği sağlamak amacı ile başvurduğu küçük hile için kullandığı deyimdir. Hikayeyi seyirci açısından daha heyecanlı ve takip edilebilir hale getirmeye yarar. Macguffin, kahramanın peşinden koştuğu şeydir. Gizli dökümanlar, mühürlü evraklar, gizli iletiler, mikroçipler. Biz izleyici olarak asla bunların içeriğini öğrenemeyiz. İzleyiciye “bu gizli bir belgedir’ den başka bir açıklama yapılmaz.

Hitchcok, Truffaut’la söyleşisinde MacGuffin meselesini şu şekilde açıklıyor:

Truffaut : MacGuffin, entrika için bir vesile değil miydi?

Hitchcock : Bu bir cihaz, bir «gimmick» ya da casusların peşinde koştuğu bir kağıt. Size anlatacağım. Bildiğiniz gibi Kipling’ in öykülerinin çogu Hindistan’da geçerdi ve Afganistan sınırında yerlilerle İngiliz kuvvetlerinin çatışmalarıyla ilgiliydi. Çoğu casus öyküsü olup iyi korunmuş bir yerden gizli planların çalınması çabalarıyla ilgiliydi. Gizli belgelerin hırsızı, orijinal MacGuffin’di. Böylece «MacGuffin, planları ya da belgeleri çalmak veya bir sırrı keşfetmek gibi şeyleri belirtmek için kullandığımız bir terim oldu. Bunların ne olduğu önemli değil. Bu nedenle mantık yanlılarının MacGuffin’in ardındaki gerçeği bulmaya çalışmaları yanlış, çünkü amaç bu değil. Bizi ilgilendiren tek şey, plan, belge veya sır gibi malzemelerin filmdeki karakterlere hayati önemde görünmesi gerektiğidir. Benim için, yani öyküyü nakleden kişi için bunların hiç önemi yoktur. Bu terimin nereden kaynaklandığını merak ediyor olabilirsiniz. Trendeki iki adamı anlatan bir öyküden alınmış bir İskoç ismi olabilir. Adamlardan biri şöyle der: «Şu yukarıdaki pakette ne var?» Öteki yanıtlar: «Ah, o mu? Bir MacGuffin.” İlki anlamaz: «MacGuffin de ne?» Öteki açıklar: «İskoçya’nın yaylalarındaki aslanları tuzağa düşürmek için yem.» İlk adam «iyi ama, İskoçya yaylalarında hiç aslan yoktur ki» deyince ikincisi şu cevabı verir : «İyi öyleyse. O zaman o da bir MacGuffin değildir.» Gördüğünüz gibi MacGuffin aslında hiçbir şey değil.

Truffaut : Çok eğlenceli. Büyüleyici bir fikir.

3-LUBİTSCH DOKUNUŞU

“Bırakın seyirciniz iki kere ikinin dört ettiğini kendisi bulsun. Sizi sonsuza kadar seveceklerdir.”

Ernst Lubitsch

Hollywood’un efsane yazar yönetmenlerinden Billy Wilder, Charlotte Chandler’la yaptığı söyleşisinde çalışma odasının duvarında asılı olan bir yazıdan bahseder. “What would Lubitsch have done?” (Lubitsch olsa nasıl yapardı?”) yazmaktadır. Wilder, ne zaman yazdığı senaryoda tıkansa duvardaki bu yazıya bakar, Lubitsch olsa bu sorunu nasıl çözerdi diye düşünür ve onun çözebileceği şekilde çözmeye çalışırmış. Wilder’a göre Lubitsch, komedileri kaba saba, çocuksu, slapstick şakalardan kurtarmış ve onları zeka kokan, yetişkinlerin de sevebileceği incelikli işlere dönüştürmüştür. Lubitsch’in sırrı şuydu; Lubitsch seyirciye her şeyi anlatmazdı. Şakanın bir kısmını muğlak bırakır ve seyircinin bu kısmı kendi kafasında tamamlamasını isterdi. Böylece seyirci film izleme sürecine pasif olarak değil aktif olarak katılırdı.

Billy Wilder’dan “Lubitsch Dokunuşu” açıklaması istendiğinde öğrencilerle yaptığı şu çalışmayı anlatıyor;

“Elimizde bir kral, bir kraliçe ve bir de teğmen var. Kralı 60 yaşlarında, oldukça şişman olan bir George Barbier, kraliçeyi ise çok tatlı biri olan Miriam Hopkins oynuyor. O dönem oldukça genç ve yakışıklı olan Maurice Chevalier de teğmeni canlandırıyor. Şimdi sizden bu durumu sahneye uyarlamanızı istiyorum: kraliçenin teğmenle ilişkisi var ve kral da bunu öğreniyor.  İstediğiniz şekilde yapabilirsiniz.

Öğrenciler iyi çözümlerle birlikte geri geliyorlar. Bunların bir kısmı eğlendirici, bir kısmı da biraz uzun olan çözümler, ancak kimse Bay Lubitsch’in The Smiling Lieutenant filminin açılışında yaptığından daha iyi bir çözüm bulamıyor.

Kral ve Kraliçenin odasındayız. kral elbiselerini giyiyor. hafifçe burnunu ovalıyor ve kraliçeyi gıdıklıyor. Her şey çok hoş görünüyor. Ardından Kral yatak odasından çıkıyor. Kapıda Maurice Chevalier’i elinde bir kılıç ile görüyoruz, topuklarını birbirine vuruyor. Şimdi kendisi kralın gidişini izliyor. Kral uzun merdivenlerden iniyor. Bum, bum, bum.

Şimdi Bay Chevalier’e geri dönüyoruz. Kraliçenin yatak odasına giriyor ve kapıyı ardından kapatıyor. Odanın içinde neler yaşandığını göstermiyoruz. Bu çok önemli.

Şimdi krala dönüyoruz. Kendisi birden kemerini ve kılıcını unuttuğunu fark ediyor. Geri dönüp merdivenleri çıkıyor ve yatak odasına giriyor.

Kral yatak odasının kapısını açıyor, içeri giriyor ve kapı ardından kapanıyor. Biz ise hala koridorda duruyoruz. Asla içeri girmiyoruz.

Kral dışarı çıkıyor. Elinde kemeri ve kılıcı var. Kendisi gülümsüyor. Tekrar merdivenlerden aşağıya iniyor. bum, bum bum. Ancak kemer onun değildir, Bu kemer kendi kemerinden küçüktür.

4-ZAMAN KISITLAMASI

Film öykünüzün başarılı olmasının yollarından biri de kahramanınız için zaman kısıtlaması koymaktır. Zaman ne kadar azalırsa kahramanın amacını başarma ihtimali o kadar düşük olacağından seyirci heyecanlanacak ve kısıtlı zaman bitmeden kahramanın başarmasını isteyecektir.

Kısıtlanmış Zaman: 18 Gün

Teksas eyaleti büyüklüğünde bir göktaşı 18 gün içinde dünyaya çarpacak ve insan ırkının sonu gelecektir.  Bu çarpmayı engellemek üzere bir sondajcı görevlendirilir. Harry Stamper’ın dünyayı kurtarmak için sadece 18 günü vardır. (Armageddon, 1998)  

Kısıtlanmış Zaman: 7 Gün

Şehirde bir efsane dolaşmaktadır. Rivayete göre, insanların seyrettiği bir kaset, bu insanların 7 gün sonra ölümüne sebebiyet vermektedir. Denilen odur ki, dört genç, sırf bu kasetleri izledikleri için şüpheli bir biçimde ölmüşlerdir. Rachel küçük oğluyla birlikte kaseti izlemek durumunda kalmıştır. Rachel’ın artık bu olayları çözmek için sadece 7 günü vardır. (The Ring, Halka, 2002)

Kısıtlanmış Zaman: 20 Dakika

Genç ve güzel bir kız olan Lola’nın sevgilisi, mafya için kuryelik yapmaktadır. Son işinde Lola onunla buluşmakta gecikince Manni  alması gereken 100.000 DM’lik parayı kaybeder. Mafyanın sevgilisini öldürmemesi için Lola’nın 20 dakika içinde o para çantasını bulması veya bir yerden bu parayı temin etmesi gerekmektedir. Zamana karşı yarış başlamıştır. (Run Lola Run, Koş Lola Koş, 1998)

5-GİZEMLİ OLUN

Film öykünüzün içine gizem yerleştirin. Şöyle bir film açılışı hayal edin; Adam mutfakta bir tabağa yiyecek bir şeyler hazırlar ve dikkatli bir şekilde bahçedeki garajın kapısını açıp yiyecek dolu tabağı bırakır. Az sonra yiyecek dolu tabak yok olmuştur bile. Garajda tabağı alan kim ya da ne? Hiçbir şey göstermedik seyirciye. İpucu bile vermedik. Şimdi seyirci film boyunca, adamın garajda neyi ya da kimi sakladığını düşünüp duracaktır. Ve bu sorusunun cevabını alıncaya kadar filmi izlemeye devam edecektir.

Kahraman yazarken ona gizemli, karanlıkta kalmış bir yön ekleyin. Ve bunu seyirciden saklayın. Gizemli telefon konuşmaları, gizemli buluşmalar… Seyirci kahramanın gizemli tarafını çözmek için film boyunca sizinle kalacaktır.

Her zaman gizeminizi açıklamanıza da gerek yok. Senaryosu Jean Claude Carriere ve Luis Bunuel tarafından yazılan Belle De Jour (Gündüz Güzeli, 1967) filminde içinden tuhaf sesler çıkan bir kutu görürüz. Severine kutuyu alıp içine bakar, ama biz içindekileri hiç görmeyiz. Sesi neyin çıkardığını asla öğrenmeyiz. Hep bir gizem olarak kalır.

Senaryosu Quentin Tarantino ve Roger Avary tarafından yazılan Pulp Fiction (Ucuz Roman 1994) filminde birçok olayı tetikleyen o bond çantanın içinde ne vardı? Çantanın şifresini bile öğreniriz (666) Ama içinde ne olduğunu asla öğrenmeyiz. Tek bildiğimiz çantanın içindeki şeyin parıl parıl parladığıdır.

Not: Bu yazı daha önce Rabarba Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Logline

Nedir?

Logline, öykünüzün neler vaat ettiğini anlatan 20-50 kelimelik çok iyi bir özettir. Daha doğrusu öykünüzün özüdür. Logline, Yeşilçam sinemasında kullanılmayan daha çok Hollywood stüdyolarında kullanılan bir kavram. Piyasada çalışmış herkes bilir; yapımcıların çoğu senaryo okumak istemez. Hollywood’da da durum pek farklı değil. Bu yüzden de senaryo departmanlarında senaryolar dağ gibi birikir. Bir süre sonra hangi senaryonun neyi anlattığı unutulur ve çok iyi senaryolar tozlu raflarda unutulmaya terk edilir. Hollywoodun ilk zamanlarında karşılaşılan bu sorunun çözümü logline yazmak olmuş. Senaryo departmanından biri, senaryoyu okuyup, ökyükün çok kısa bir özetini çıkarıp senaryo dosyasının üstüne yazar.  Yapımcı senaryoyu eline aldığında okuduğu üç cümleden senaryonun neyi anlattığını anlar. Yapımcılar senaryolardan ziyade loglinelara vakit ayırmaya başlayınca iyi logline yazımı bir sanata dönüşür.

Neden logline yazmalıyız?

Senaryonuzu  logline ile satacağınıza göre okuyanı etkileyecek bir metin yazmalısınız. Eğer loglinenızda anlattığınız şey etkileyici değilse, muhtemelen film öykünüz de etkileyici değildir. Tabi o öyküden yapılacak film de maalesef etkili olamayacaktır. Bu yüzden film öykünüzü loglineda tekrar gözden geçirmeli ve öykünün çalışmayan kısımlarını net olarak görmelisiniz.

Kahraman

1- İyi bir logline yazmak için öncelikle kahramanınızın (Protagonist) kim olduğunu ve nasıl bir karakteri olduğunu bir kaç kelime ile belirtmelisiniz. Eğer gerçekten yaşamış biri hakkında biyografik bir film yazmıyorsanız (Schindler’in Listesi, Gandhi, Muhammed Ali, Mandela vs) loglineda kahramanın adını kullanmayın. Kahramanın adını kullanmak yerine onu bize tanımlayın. Kahraman kimdir? Nasıl bir karaktere sahiptir? Kahramanın amacı nedir? Motivasyonu nedir? Neyi başarmaya çalışıyor? Kim onu ​​durdurmaya çalışıyor? Başarısız olursa ne olur?

“1900’lerin başında Hindistan, sömürgeci İngiltere tarafından ezilirken, Gandhi adında cesur bir bir adam, ölümü göze alarak “pasif direniş” eylemini başlatır”

Gandhi filmine ait bu logline cümlesi kahramanı ve içindeki bulunduğu durumu ve eylemini oldukça iyi özetliyor. Kahramanımız nasıl biri (…cesur bir adam)  hangi dünyada yaşıyor (1900lerin başında, İngiltere sömürgesi Hindistan’da…) nasıl bir durumun içinde (İngiltere tarafından ezilen…) ve buna tepki olarak ne yapıyor? (…pasif direniş eylemini başlatır) Başarısız olursa onu bekleyen muhtemel şey ne? (…ölüm tehlikesi… ) Biz filmde ne izleyeceğiz? Yukarıdaki logline cümlesinde bunların hepsi mevcut.

Düşman

Loglineda kahramandan sonra dikkat edilmesi gereken en önemli ikinci nokta düşmanı (antagonist) ve çatışmanın ne hakkında olduğunu belirtmektir. Kahramanımız kiminle çatışacak? Neden çatışıyor? Düşman kimdir ve kahramanın hedefini gerçekleştirmesine neden engel olmaktadır?

Kahramanı tanımlarken düşmanı tanımlarken de aynı kurallara uymamız gerekir. Tercihen biraz daha kısa bir tarif olsa bile yine de kim olduğunu net olarak anlattığımızdan emin olmalıyız.

Batman, Gordon ve Harvey Dent, Gotham City’de Joker olarak bilinen bir anarşist psikopatın yol açtığı kaosla başa çıkmak zorunda kalıyor.

Yukarıdaki logline cümlesi Batman: Tha Dark Knight filminden. Tüm zamanların en iyi kötü adamı Joker, “bir anarşist psikopat” olarak tanımlanmış. Yani yapabileceği kötülüğün sınırı olmayan bir kötüyle karşı karşıyasınız.

Kahramanın proaktif olmalıdır.

Kahramanınız sorumluluk almaktan kaçmamalıdır. Öyküde şartlar değiştikçe, bilinçli veya bilinçsiz, sonu olumlu veya olumsuz olsun yeni koşullar oluşturmak ya da mevcut koşulların seyrini değiştirmek için inisiyatif kullanmalıdır. Kahramanınız çok güçlü bir şekilde hikayeyi yönlendirmeli. Asla pasif kalmamalı.

Filmin türünü belirt

Filmin türünü bir iki kelime ile belirtmelisiniz. Filminiz bir komedi mi? Öyleyse alt türünü de belirtin.  Absürt komedi mi? Gençlik komedisi mi? Romantik komedi mi? Logline yapımcıya ne tür bir hikayeyi satın aldığını çok iyi anlatmalı. Filmin türünün net olarak belirtilmesi satışını çok daha kolaylaştıracaktır.

Hikayenin atmosferini anlat

Bazı hikayeleri anlatabilmek için öncelikle hikayenin geçtiği dünyayı ve yapısını bir kaç kelime ile anlatmanız gerekir.

Max, kendisini, kıyamet sonrası çorak topraklardaki savaş ortamından, sürekli kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir grubun arasında bulur. Yaşadıkları ortamı zalimce yöneten Immortan Joe’dan kaçmaktadırlar ve Joe kendisinden çalınan ve yeri doldurulamayacak derecede önemli kaybının peşindedir.

Post-apokaliptik türünün en iyilerinden efsanevi “Mad Max: Fury Road” filminin loglineı bize hikayesini anlatmadan önce, hikayenin “kıyamet sonrası çorak topraklardaki savaş ortamında” geçtiğini anlatıyor.

Zaman sınırlamasını belirt

Zaman sınırlamaları (deadline) film hikayelerini daha keyifli hale getiren unsurlardandır.  Hikayenizde zaman sınırlaması varsa loglineda bunu mutlaka belirtin.

Nina ve arkadaşları telefon mesajları yoluyla hayatlarındaki en büyük kabusun içine çekilmektedirler. Ölümle yüz yüze gelmeyi bekleyen gençler ‘3 gün içinde öleceksin’ yazan mesajı aldıklarında hayatları kabusa döner.

3 Gün İçinde Öleceksin (2008) hem film başlığında hem loglineında zaman kısıtlamasının altını çizmiş.

Bütün hikayeyi anlatma

Logline öykünün sonunu vermez. Öyküyü başlatır, çatışmayı tanımlar ama final hakkında bir şey söylemez. Öykünün ucunu açık bırakır. Logline hikayeyi anlatmaya çalışmaz, okuyanın hikayeyi satın alması için onda istek uyandırmaya çalışır.

Bir Örnek Üzerinden Logline

Türk sinemasından bir logline örneği inceleyerek görevini ne kadar iyi yaptığına bakalım;

Cudi dağlarındaki son eşkıya, ihbar üzerine yakalanınca 35 yıl hapiste yatar. Hapisten çıktığında ise en yakın arkadaşının kendisini hapse attırdığını ve sevdiği kadını alıp İstanbula gittiğini öğrenir. Onları bulmak için yola çıkar. Fakat eşkıya içerdeyken dünya çok değişmiştir.

Kahraman: O türünün son örneği bir eşkıyadır. Logline bize bir “son adam” hikayesi izleyeceğimizi vaat eder. Karakter az çok gözümüzde canlanıyor artık; 35 yıl hapis yattığına göre 55 yaşının üzerinde eski bir eşkıya. Eşkıya olduğuna göre de sorunları şiddetle çözen biri. Bu bize filmin türü hakkında da ipucu veriyor..

Düşman: Kahramanımızı ihbar eden ve sevgilisini elinden alan “en yakın arkadaşı”  Kahramanın düşmanla hesaplaşacağı iki durum var; arkadaşlığına ihanet etmiş olması ve  sevgilisini elinden alması.

Kahramanın amacı, motivasyonu: En yakın arkadaşından hesap sormak ve sevdiği kadını geri almak.

Çatışma: Logline bize çatışmanın romantik unsurlar içeren bir intikam hikayesi olduğunu anlatıyor. Kahramanımız kendisini ihbar ederek sevdiği kadını alan en yakın arkadaşından intikam almaya gidiyor. Hikaye bu haliyle – kılık değiştirme içermeyen- bir Monte Kristo Kontu hikayesi gibi duruyor.

Filmin türü: Loglinedan hikayenin su üç türe göz kırptığını anlıyoruz; dram, romantik, suç.

Öykünün engelleri: Son eşkıya 35 yıl hapisten çıktıktan sonra intikamını almaya çalışır. Ama dünya onun bıraktığı gibi değildir artık. Her şey çok değişmiştir. Eşkıya üstüne üstüne gelen bu yeni dünyada başarılı olabilecek midir?

Son söz

Loglineınızı senaryonuzu yazmaya başlamadan önce yazmanızı öneririm. Böylece senaryonuzu yazarken loglinenıza sadık kalırsınız. Anlatmak istediğiniz hikayeden uzaklaşmazsınız. Ayrıca öykünüzde çalışmayan kısımlar varsa bunları da düzeltme şansı elde edersiniz.

Not: Bu yazı daha önce Rabarba Dergisinde yayınlanmıştır.

Film Öyküsü

Film öyküsü formüllerine siz de mutlaka rastlamışsınızdır. Bu tür formüller elbette senaryo yazımını öğretmenin çok uzağındadır, ama meseleyi olabildiğince basit kavrayabilmemize yardımcı olurlar. En bilindik formül şudur; “Adam yolda yürümektedir. Ağaca çıkar, çevredekiler ağacı taşlar. Adam kendini savunur. Çevredekiler gidince adam ağaçtan iner ve yoluna devam eder.

“Yazarın görevi; kahramanını bir ağaca çıkarmak ve oradaki adamların onu taşlamasını sağlamaktır. “
Vladimir Nabokov

Benim en sade biçimine indirgeyebildiğim film öyküsü formülüm şudur; “kahraman + düşman: çatışma” Üç kelimelik formülü biraz daha açayım; “Kahraman, bir şeyi elde etmek için şiddetli bir arzu duyar. Düşman da aynı şeyi arzular. (Ya da kahramanın arzusunu gerçekleştirmesine engel olmak ister)  Kahraman ve Düşman çatışırlar. Kahraman çatışma boyunca kendini tanır ve gelişir, düşmanı yener ve arzusunu gerçekleştirir.”

Bir şeyi tüm kalbiyle isteyen, ya da istemeyen bir karakter bul. Onu harekete geçir. Sonra da onu takip et.
Ray Bradbury / Yaratıcı Yazarlık

Karakter ve çatışmaya eklemek istediğim, en az onlar kadar önemli bulduğum bir unsur daha var; Önerme. Listelersek, iyi bir film öyküsünün üç ayağı vardır;

1-Karakter

2-Çatışma

3-Önerme

 “Bir karakter kimliğini çatışma sırasında ortaya koyar; çatışma bir kararla başlar; karar ise, piyesinizin dayandığı önermeden doğar.” Lajos Egri

1) KARAKTER VE ÇATIŞMA

Karakter ve çatışma birbirini yaratan, birbirini geliştiren ve birbirini tamamlayan iki unsurdur. Biri olmadan diğerinin var olabileceğini düşünmek mümkün değildir.

Film öyküsü, karakterin arzusunu gerçekleştirmek üzere harekete geçmesi ile tetiklenir. Aynı amaç peşindeki düşmanla karşılaşmasıyla çatışması başlar. Karakter çatışma boyunca hep kaybeder. Fakat arzusunu gerçekleştirmekten asla vazgeçmez. Çatışma boyunca kendi zayıf yönlerini geliştirir, dönüşür. Düşmanının zayıf yönlerini öğrenir. Çatışmanın sonunda düşmanını yener ve arzusunu gerçekleştirir.

1- A) Kahraman (protagonist): Öykünün ana karakteridir. Filmi onun bakış açısından izler ve seyircinin onunla özdeşlik kurmasını isteriz. Seyircinin onunla empati kurmasını isteriz. Kahramanın motivasyonu film öyküsünün ilerlemesini sağlar. Seyirciler kahraman ile özdeşlik kurarsa, bir çok duyguyu onunla birlikte yaşarlar. Kahramanla birlikte maceraya atılır, heyecanlanır, korkar, gerilir, cesaretlenir, sevinir, intikam almak ister, bağışlar, aşık olur, mutlu olur…

1-B) Düşman (antagonist): Düşman, kahramanın çatıştığı şeydir. Çoğu zaman bir insandır fakat her zaman bir insan olması gerekmez. Bazen hayvanlar (The Birds 1963), bazen uzaylılar (Independence Day 1996) bazen iklim (The Day After Tomorrow 2004) olabilir. Düşmanın film öyküsündeki temel işlevi kahramanın hedefine ulaşmasına engel olmaktır. Düşman ne kadar güçlüyse, kahraman hedefine ulaşmak için o kadar çok çabalamak zorundadır.

“Bir filmde kötü adam ne kadar iyiyse, film de o kadar iyidir.” Alfred HitchcockA

Şimdi kahramanın amacı ve düşmanla çatışmasının güzel kurulduğu bir kaç film örneğine bakalım.

Esaretin Bedeli (1994)

Genç ve başarılı bir bankacı olan Andy Dufresne, karısını ve onun sevgilisini öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkum edilir ve Shawshank hapishanesine gönderilir. Andy, suçsuz olduğunu ispat ederek hapisten çıkmaya çalışmaktadır. Fakat hapishane müdürü buna engel olur. Andy müdürle çatışır ve hedefine ulaşmak için çalışır.

İndiana Jones, Son macera. (1989)

Indiana Jones Kutsal Kaseyi bulma arzusundadır. Fakat Naziler de Kutsal Kase’nin peşindedir. Indiana öykü boyunca Nazilerle çatışır ve kutsal kaseyi onlardan önce ele geçirmeye çalışır.

Akıl Defteri (2000)

Leonard Shelby, karısını öldüren kişiyi bulmaya çalışmaktadır. Fakat çok büyük bir engeli vardır. Yaşadığı çok ender rastlanan ve tedavi edilemeyen bir tür hafıza kaybı. Her ne kadar hayatının ‘kaza’’dan önceki dönemlerini hatırlayabiliyorsa da, bazen 15 dakika öncesinde nereye gittiğini ve nerede olduğunu bile unutabilmektedir. Shelby, amacına ulaşabilmek için “hafıza kaybı”nı yenmek zorundadır.

2- ÇATIŞMA

Eğer çatışmanız yoksa bir hikayeniz de yok demektir. Bir film hikayesini ve karakter ağını belirleyen en temel şey çatışmadır. Daha basite indirgersek; film çatışmadır.

Kahraman iki tür çatışmayı aynı anda yaşar, dış çatışma ve iç çatışma.

Senaryoda dengesi iyi kurulmuş iç ve dış çatışma, gerilim yaratır ve filmin sonuna kadar seyircinin ilgisini diri tutar.

Dış çatışma; Kahramanın kendi dışında bir şeyle giriştiği mücadeledir. Bu gizemli bir katil, hortum veya sel gibi doğal afet, katil köpek balığı, bir robot ordusu vs olabilir. Bir polisiye hikayede kahramanımız suçlularla çatışıyor olabilir, bir aşk hikayesinde kahramanın çatışması; birlikte olmaya çalıştığı, aşık olduğu insanladır.  Bir komedide maaşına zam alabilmek için patronuyla çatışırken bir bilim kurgu filminde kahraman istilacı uzaylılarla çarpışarak dünyayı kurtarmaya çalışıyor olabilir.

İç çatışma ise; kahramanın kendisiyle giriştiği mücadeledir. Kahraman bir korkusunun, suçluluk duygusunun, kendisini beceriksiz hissettiği bir durumun üzerine gider onunla çatışır ve kazanır. Böylece film boyunca karakter zayıflıklarının üzerine gitmiş, mücadele etmiş, değişmiş ve gelişmiştir. Kahramanın ailesi yıllar önce kendi yaptığı bir hata yüzünden öldürülmüştür. Kahraman katliamdan dolayı kendini suçlamakta ve ailesinin intikamını alabilmek için suçluyu aramaktadır. Kahraman, hiçbir zaman iyi bir baba olamamıştır, en zor zamanlarında ailesiyle birlikte olamamıştır ve bu yüzden kendini suçlu hissetmektedir.

Şimdi yukarıda sıraladığım dış çatışma örnekleriyle iç çatışma örneklerini eşleyip toplayalım ve bakalım ortaya neler çıkacak?

Dış Çatışma: Bir polisiye hikayede kahramanımız suçlularla çatışmaktadır. + İç çatışma: Kahramanın ailesi yıllar önce kendi yaptığı bir hata yüzünden öldürülmüştür. Kahraman katliamdan dolayı kendini suçlamakta ve ailesinin intikamını alabilmek için suçluyu aramaktadır = Mentalist Dizisi (2008-2015)

Dış Çatışma: Bir bilim kurgu filminde kahraman istilacı uzaylılarla çarpışarak dünyayı kurtarmaya çalışıyor + İç Çatışma: Kahraman, hiçbir zaman iyi bir baba olamamıştır, en zor zamanlarında ailesiyle birlikte olamamıştır ve bu yüzden kendini suçlu hissetmektedir: War of the Worlds (2005)

3-ÖNERME

“Eğer bir film yapmak istiyorsanız kendinize sormanız gereken ilk soru; Söyleyecek bir sözüm var mı” olmalıdır.
Martin Scorsese

Günümüzde filmlerin büyük bölümünün kötü olmasının sebeplerinden biri de senaryoların çoğunun bir önerme cümlesinden yoksun olmasıdır.  Geçmişten bu güne dek anlatılan bütün kutsal metinlerin, destanların, masalların, tiyatroların birer önerme cümlesi vardır. Filmler bu hikaye anlatma geleneğinin devamı olduğuna göre, onların da önerme cümlesi olmak zorundadır. Kısaca değişik formlardaki eski hikayelerin önerme cümlelerine bir göz atalım.

Kutsal Metinler

Adem ve Havva’nın cennetten kovuluşu hikayesinin önermesi; “bencilliktir”

Eyüp hikayesinin önermesi; “sabırdır”

Davut hikayesinin önermesi “cesarettir”

Yakupun oğulları ve Yusuf’un hikayesinin önermesi “en kötü ihaneti bile affetmektir”

Masallar

Güzel ve Çirkin’in önermesi: Ruh güzelliği dış güzelliğinden önemlidir.

Altın Yumurtlayan Tavuk’un önermesi: Açgözlülüğün sonu hüsrandır.

Tiyatrolar

Romeo ve Juliet’in önermesi; “Büyük aşk ölüme bile meydan okur”

Kral Lear’ın önermesi; “Yanlış kişilere  güvenmek insanı mahveder”

Othello’nun önermesi; “kıskançlık her şeyi mahveder”

Filmler

Dead Poets Society (1989) önermesi; “Düşünceler dünyayı değiştirebilir”

3 Idiots (2009) önermesi; “Eğitim sistemi yanlıştır, başka bir eğitim sistemi mümkündür”

The Pursuit of Happyness (2006) önermesi: “Kimi zaman düşeriz, asla umudunu kaybetme, mücadele etmeye devam et”

Taare Zameen Par  (2007) önermesi: “Her çocuk özeldir ve anlaşılmayı hak eder”

Avatar (2009) önermesi: “İnsan doğanın parçasıdır ve doğaya verdiği zarar, kendi sonunu hazırlar”

“Bir şey söylemek için yazmazsın, söyleyecek bir şeyin olduğu için yazarsın.”
F.Scott Fitzgerald

Eğer söyleyecek bir sözümüz yoksa vermek istediğimiz bir mesaj yoksa, yazacağımız senaryo 90 dakikalık bir gevezelikten öteye geçmeyecektir. Bu yüzden her şeyden önce önerme cümlesini belirlememiz lazım. Önerme cümlesinin bir faydası da, senaryoyu oluştururken önerme cümlesine hizmet etmeyen sahneleri hemen fark eder ve onları senaryomuzdan çıkartırız. Unutmayın senaryo yazmak, senaryoya bir şeyler katmakla ilgili değil, senaryodan bir şeyler çıkarmakla ilgilidir. Senaryodan ne kadar gereksiz bölüm çıkarır atarsanız, senaryonuz o kadar sağlıklı hale gelir. Senaryonuz sonunda artık tek bir satırı bile çıkarılamaz hale gelene kadar bu atma işlemine devam etmelisiniz.   Önerme ile ilgili sık yapılan hatalardan biri, önerme cümlesinin karakterler tarafından dillendirilmesidir. Oysa doğrusu, cümleyi dillendirmek yerine, tüm hikayeye yedirmektir.

“Karakter dediğin hadisenin saptanmasından başka nedir ki? Ve hadise dediğin karakterin aydınlatılması değil midir?”
Henry James

Not: Bu yazı daha önce Rabarba Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Televizyon ve Sinema Yok Olacak, Kendinizi Şimdiden Bu Gerçeğe Hazırlarsanız İyi Olur

 

robertmckeeistanbul

Hocaların hocası, ünlü Hollywood teorisyeni Robert McKee, 10 yıl sonra, 4. Boğaziçi Film Festivali kapsamında vereceği 3 günlük seminer için yeniden İstanbul’a geldi. 75 yaşında olan yazar, sabahın ilk saatlerinden akşamın karanlığına kadar yaşından beklenmeyecek bir enerji ve mizah yeteneği ile seminerine katılan sektör profesyonellerine altın değerinde öğütler verdi. İlk günün teması “Televizyon”du, ancak sinemadan hayata pek çok konuda kendisinden kıymetli tavsiyeler aldığımız bir buluşma oldu. Ağırlıklı olarak dizicilerin katılımıyla geçen ilk günden kendime ve bu bizim bir türlü gerçek bir sektör olamayan sektörümüze bir umut, bir ışık olsun diye aldığım notlarımı paylaşıyorum. McKee’nin diyalog meselesine değinirken, “Ülkenizde çok iyi yazarlarınız var, mesela Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’ bana ilham veren kitaplardan bir tanesi” demesi yüzümüzde tatlı bir gülümsemeye neden oldu.

Story adlı kitabımı okudunuz mu? Eğer okumadaysanız Hollywood’u unutun! (gülerek)

– Size nasıl yazacağınızı söyleyemem, elinizden tutup kaleminizi oynatamam ama prensiplerini öğretebilirim.

– Hollywood’da yazarlar çok önemlidir, yönetmenleri yazarlar işe alır. Sizde durum nasıl?

– İnsanlar artık, bir sürü insanın konuştuğu, gürültü yaptığı ve cep telefonu ile ilgilendiği bir ortamda film izlemek yerine, evinde, dev ekranda, istediği zaman durdurup bir kadeh şarap alabileceği bir ortamda film izlemek istiyor.
– Ülkenizde seyircinin sinemaya ilgisi nasıl? Bir seyirci; – Çok iyi! McKee: – Ah, harika! Demek Türk Sineması altın çağını yaşıyor… (gülerek)

– Günümüzde sinemanın özellikle de “sanat sineması”nın kendisini tekrar ettiğini düşünüyorum. Son 20 – 30 yıldır yeni bir şey söylemiyorlar. François Truffaut, Federico Fellini, Bernardo Bertolucci’nin ardından iyi bir şey çıkmadı.

– İyi bir yazar olmak için başka insanların ne yazdıklarını okuyun. Kötü de olsa okuyun. Hatta kötü yazılar sizi daha çok geliştirir. Ben olsam daha iyi nasıl yazardım deyip, oturup baştan yazın.

– Kötü filmler için de bu geçerlidir. Kötü bir filmi izleyip ben olsam daha iyisini nasıl çekerdim diye düşünün.

– Sinema ve televizyonun geleceği tamamen internette, bundan eminim. Ne zaman olacağını bilemem ama olacak.

– Bir süre sonra televizyonların tamamen tarih olacağını düşünüyorum, sinemanın da aynı şekilde… Demek istediğim hikâyeler anlatılmaya devam edecek ama formu değişecek.

– Karasal yayıncılığın tamamen sona ereceğini düşünüyorum. Uydu, kablolar hepsi yok olacak.

– Değişimin önünde duramayız. Bundan endişe duymuyorum. Siz de gelecek için kendinizi hazır ederseniz iyi edersiniz.

– Teknoloji uzun metrajlı filmleri de sinema salonlarından söküp atacak. Bu kültür yok olup gidecek.
– Ekran ise sonsuza kadar var olacak. Hikâyeler ekran üzerinden anlatılmaya devam edecek. Benim için önemli olan da hikâyelerin anlatılmaya devam etmesi…

– İsteseniz de istemeseniz de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalacaksınız. Zamanla her şey internete evrilecek.

– Gençlerin ilgisini uzun bir süre herhangi bir şeyde tutamadığını söylüyorlar. Bu doğru olsaydı genetik bir değişimden söz ederdik.

– Geçmişte insanlar daha kibardı, sabırla reklamları izliyorlardı. Gençlerin buna tahammülü yok ama bir haftasonu boyunca kapanıp bir dizinin bir sezonunu bitiriyorlar.

– Bana televizyon ve sinemayı birbirinden ayıran en önemli farkı soruyorlar. Bende şöyle cevap veriyorum, sinema dış kapıya, televizyon ise iç kapıya açılan hikâyelerdir.

– Televizyonun meselesi karakterdir. Karakterin “sempatik” olması isteğe bağlıdır, “empati” ise olmazsa olmazdır.

– Komedi de “içerik”ten öte “üslup” önemlidir. İyi bir dizinin olmazsa olmazı form, içerik, karakter ve üsluptur.

– Oğlum ile Gandhi’nin filmini izliyorduk. Bu tarz toplumun yüzde ellisinin bildiği hikâyelerde kahramanın sonu filmin başında verilir. Oğlum, “Ne kadar popüler bir adammış, cenazesi ne kalabalık.” dedi. Kendisi Amerika’nın en önemli tarih okullarından birinde derece almış bir çocuk. İşte Amerika’nın diğer yüzde ellisi bu okullardan mezun oluyor. Demek ki hocasının Ganghi’ye bir ilgisi yokmuş. (gülerek)
– İnsanların, başka insanların yaratıcılıkları üzerinden kendi kimliklerini bulması hiç sağlıklı değil. Mesela benim çocukluğumda bir film izlerdik, beğenenler ve beğenmeyenler olurdu ve o konu orada kalırdı. Şimdiyse kişisel algılanıyor.

– Örneğin Titanik filmini hep b*ktan bir film olarak görmüşümdür. Bunu Titanik’i seven biriyle paylaştığım zaman sanki kendisine yapılmış bir hakaret gibi algılıyor. “Pardon,” diyorum, “Titanik’i siz mi çektiniz?”

– Müzikte, tasarımda da bu böyle… İnsanlar bir şeyle kendisini özdeşleştiriyor ve onu kendisine aitmiş gibi savunuyor. Size tavsiyem kendi yolunuzu bulun, kendi cümlelerinizi kurun…

– Dizilerin klişelerle dolu olduğunu söylerler. Klişeleri aşmanın tek yolu araştırma yapmaktır. Karakterinizi derinleştirmek için, onu yakından tanımak için çaba göstermek, okumak ve entelektüel birikiminizi arttırmak zorundasınız.

– Öylesine birine aşık oluruz ama ilk fırsatta onu değiştirmeye çalışırız.

– İnsanlar tutarlı değil, çelişkilidir. Bu yüzden karakterleriniz de böyle olmalıdır.

(16 Kasım 2016)

Gizem Ertürk

(Sadibey.com sitesinden alıntılanmıştır)

 

Robert McKee kimdir? 

Robert McKee, 1984’ten beri 100 binin üzerinde öğrenciye ders veren, öğrencileri arasında 60 Oscar ödülü sahibi bulunan, senaristlerin kutsal kitabı olarak adlandırılan “Story” kitabının yazarı olarak biliniyor.

Gişe rekortmeni “Yüzüklerin Efendisi” ve “Hobbit” serilerinin yönetmeni Peter Jackson, “Melekler ve Şeytanlar”, “Da Vinci Şifresi”, TV serisi “Fringe”in senaristi ve bütün dünyada çok ses getiren “Paranormal Activity” film serisinin yapımcısı Akiva Goldsman, “The Piano” filmiyle gönülleri fetheden feminist sinemanın önemli ismi Jane Campion, “Münih” ve “Zoraki Kral” gibi filmlerden tanınan Oscarlı oyuncu Geoffrey Rush, Golden Globe ödüllü aktris Meg Ryan gibi dünyaca tanınmış birçok isim McKee’nin öğrencileri arasında yer alıyor.

McKee’nin öğrencileri arasında 60 Oscar, 200 Emmy, 100 WGA (Writers Guild of America), 50 DGA (Directors Guild of America) ödülü sahibi, bin Emmy, 250 WGA ve 100 DGA Ödülü adayı bulunuyor. Senarist-yazar, halen 20 th Century Fox, Disney, Paramount ve MTV gibi büyük yapım şirketlerine proje danışmanlığı yapıyor, dünyanın birçok ülkesinde senaryo seminerleri veriyor.

Senaryonun Önermesi

lajos-egri

Bir senaryonun olmazsa olmazı “önerme”dir. Önermeniz yoksa senaryonuz da yoktur.

Bir adam atölyesinde, çarklar ve yaylar arasında uğraşarak bir alet yapmaya çalışmaktadır. Bunun nasıl bir alet olduğunu, ne işe yarayacağını soruyorsunuz. Adam yüzünüze bakıyor ve basık bir sesle, “Bilmiyorum,” diye fisıldıyor. Başka bir adam, kaldırmış tabanları, cadde boyunca hababam koşuyor. Yolunu kesiyor ve nereye gittiğini soruyorsunuz. Adam soluk soluğa, “Nereye gittiğimi nereden bileyim ben? Gidiyorum işte,” diye karşılık veriyor. Bu durumda sizin, bizim ve dünyanın aklına, bu iki adamın biraz oynatmış oldukları gelir. Her işin, eylemin bir amacı, her koşunun bir amacı olmalıdır.

Ne kadar garip görünürse görünsün, bu yalın gereklilik tiyatroda şu kadarcık olsun anlaşılmamıştır. Tonlarca kağıt harcanmıştır. Hiçbir olumlu sonuç alınmadan. Çok ateşli hareketler, eylemler, durmadan gelip-gitmeler… Peki ama, niçin, nereye? Kimse bilmemektedir.

Her şeyin bir amacı, bir önermesi vardır. Biz bilincinde olalım ya da olmayalım, yaşamımızdaki her saniyenin kendine özgü önermesi vardır. Bu önerme, soluk alıp verme kadar sade olabilir, ne türden olursa olsun, varlığı su götürmez. Her minik önermeyi kanıtlamada belki başarı elde edemeyiz, fakat bu, hiçbir zaman kanıtlamak istediğimiz bir öneri yokluğu anlamına gelmez. Odanın karşı yanına geçme çabamız dikkatimize çarpmayan bir tabure tarafından engellenebilir, ama bizim bir önermemiz vardır ve varlığını sürdürmektedir. Her saniyenin önermesi, bir parçası olduğu dakikanın önermesine katıldığı gibi, her dakika da kendi yaşamının bir parçasını saate, saati de güne katar. Böylece, sonunda günlük yaşamın önermesi meydana gelmiş olur.

Webster’s International Dictionary’de önerme şöyle tanımlanmaktadır:
Önerme, evvelce tasarlanan ya da saptanan bir öneri; tartışmaya temel olan bir görüştür; belli bir sonuca götürmek üzere ileri sürülmüş ya da benimsenmiş bir öneridir.
Birtakım kimseler, özellikle de tiyatro adamları, bu konuda değişik kavramlar ortaya atmaktadırlar: Tema, tez, temel düşünce, merkezsel düşünce, erek, amaç, itici güç, öz, niyet, plan, olaylar örüntüsü, temel coşku, gibi. Biz bütün bu kavramların anlatmaya çalıştığı öğeleri kapsadığı için, bir de yanlış yoruma daha az elverişli olduğu için, ‘önerme’ kavramını kullanmayı doğru bulduk, Ferdinand Brunetiere, piyeste bir `erekin bulunmasını ister. Bu, önermedir. John Howard Lawson, “Temel düşünce, sürecin baslangıcıdır,” der. Bu sözüyle, önerme’yi anlatmak ister. Profesör Brender Matthews, “Piyesin bir teması olmalıdır” der. Demek istediği önermedir. Profesör George Pierce Baker, genç Dumas’ dan alıntıladığı şu cümleyi ileri sürer; “Nereye gideceğini bilmeden hangi yoldan gidileceğini nasıl söylersin?” Sana yolunu önerme gösterecektir.

Hepsinin de söylemek istediği şudur: Piyesiniz için bir önermeniz olmalıdır. Bazı piyesleri inceleyelim. Bakalım önermeleri var mıdır?

ROMEO VE JULIET

Piyes iki aile, -Capuletlerle Montague’ler- arasında sürüp giden amansız bir kavgayla başlar. Montagueierin bir oğlu vardır, Romeo; Capuletlerin de bir kızı vardır, Juliet. Bu gençlerin birbirlerine karşı beslediği sevgi öylesine büyüktür ki, aileler arasındaki geleneksel kini ve nefreti unutturur onlara. Julietin annesi babası kızlarının Kont Paris’le evlenmesini istemektedirler, Juliet ise bunu istememektedir. Akıl danışmak üzere, iyi yürekli dostu rahibe gider. Rahip ona, gerdekten bir gün önce güçlü bit uyku ilacı içmesini, bu ilacın kırk iki saat süresince kendisini ölmüş gibi göstereceğini söyler. Juliet rahibin öğüdüne uyar. Herkes de onu gerçekten ölmüş sanır. Böylece felaketler iki âşığın üstüne saldırmaya başlar. Julietin gerçekten öldüğüne inanan Romeo zehri içer ve onun yanına düşer, ölür. Juliet uyanıp da Romeo’nun ölmüş olduğunu görünce, o da hemen onunla ölümde buluşmak üzere kararını verir.

Besbelli ki piyes bir aşk piyesidir. Ama türlü türlü aşk vardır. Kuşku yok ki bu, yalnız aileler arasındaki geleneksel kin ve nefrete başkaldırmakla kalmayan, ölümle buluşmak üzere yaşamı hiçe sayan bir aşktır. Şu halde, önermemizi oluşturabiliriz: ‘Büşük aşk, ölüme bile meydan okur.”

KRAL LEAR

Kralın iki kızına güvenmesi başına dertler açmıştır. Bu kızlar babalarının yetkilerini elinden almışlar, onu aşağılamışlardır,  o da büyük acılar içinde, aklını oynatarak ölmüştür,
Lear büyük kızlarına kesinlikle güvenir, Bu güvenle onların yaldızlı sözlerine inanır, inandığı için de sonunda mahvolur. Kendini beğenen saf kişi dalkavukluğa inanır ve güvenir. Dalkavuğa inanıp güvenen kişi de sonunda başını derde sokar. Öyleyse, bu piyesin önermesi, “Körü körüne güven, insanı mahva sürükler,” biçiminde formüle edilebilir.

MACBETH
Amaçlanna ulaşma doğrultusundaki tutkuları yüzünden, Macbeth ve Lady Macbeth, Kral Duncan’ı öldürmeye karar verirler. Sonra, mevkiini güçlendirmek isteyen Macbeth, korktuğu Banquo’yu öldürtmek için katiller kiralar. Daha sonra, cinayetle ele geçirdiği tahtı daha da güçlendirmek, kendini daha da bir güven altına almak amacıyla yeni yeni cinayetler işlemek zorunda kalır. Sonunda, soylularla kendilerine bağlı kişiler başkaldırır ve Macbeth, kendisini iktidara getiren şeyle -kılıçla- yok olur gider. Lady Macbeth de korku krizleri içinde, karabasanlar geçirerek ölür.

Bu piyesin önermesi ne olabilir? Piyesteki itici güç nedir? Kuşku yok ki, tutkudur. Evet ama, ne tür bir tutku? Kan içinde boğulan, acımasız bir tutku. Macbeth’in düşüşü, tutkusunu gerçekleştirmek için kullandığı yöntemdeki belirtilerle kendisini hissettirmekteydi. Olup bitenlere bakarak önermeyi şöyle saptayabiliriz: “Acımasız tutku, sonunda kendini mahveder.”

OTHELLO
Othello, Cassio’nun evinde Desdemona’nın mendilini bulur. Bu mendili oraya, Othello’yu kıskandırmak için Lago götürüp bırakmıştır. Bu yüzden, sonunda Othello Desdemona’yı öldürür, daha sonra hançerini kalbine saplayarak kendi yaşamına son verir.

Buradaki temel itici güç, kıskançlıktır. Kıskançlık denen bu yeşil gözlü canavarın başını kaldırmasına neyin neden olduğu önemli değildir; önemli olan, kıskançlığın piyeste itici rol oynamasıdır Othello’ya yalnız Desdemona’yı değil, kendini de öldürten bu güçtür.  Şu halde önermemiz; “Kıskançlık yalnız sevileni değil, seveni de mahveder” biçiminde saptanabilir.
HORTLAKLAR (Ibsen)

Temel düşünce, kalıtımdır. Piyes, incilden yapılan şu alıntıdan doğup gelişir, bu alıntı aynı zamanda piyesin önermesidir: “Babaların günahları çocuklarına da bulaşır.” Piyeste söylenen her söz, yapılan her hareket, görülen her çatışma hep bu önermeden kaynaklanır.
DEAD END (Sidney Kingley)

Yazar burada açıkça, “Yoksulluk insanları suça iter,” önermesini kanıtlamak ister ve kanıtlar da

EXCURSION (Victor Wolfson)
Küçük bir gemideki birkaç kişi, kaptanın da yardımıyla gerçekten kaçmak isterler. Fakat sonunda, gerçekten kaçmanın olanaksız olduğunu üzülerek görürler. Gerçek, kaçıp kurtulma umutlarını paramparça eder. Bu piyesin önermesi de şöyle dile getirilebilir. “Gerçek’ten korkup uzaklaşmaya kalkmak, insani düş kırıklığına uğratır.”
JUNO AND THE PAYCOCK (Sean O’Casey)

Savruk, ayyaş Kaptan Boyle’a, zengin bir akrabasının kendisine büyük bir servet bırakarak öldüğünü, bu servetin yakında eline geçeceğini söylerler. Boyle ve karısı Juno hemen rahat bir yaşam için hazırlıklara girişirler; gelecek olan mirasa güvenerek komşulardan borç para alırlar, sonra gidip çarşıdan gösterişli, fakat beğeni yoksulu döşeme, vb. taşırlar. Boyle içkiye daha çok para ayırır. Derken, vasiyetnamedeki belirsizlik yüzünden, bekledikleri servetin hiçbir zaman ellerine geçmeyeceği anlaşılır. Öfkeli alacaklılar üstlerine yürürler, evdeki eşyaları toplayıp giderler. Dert üstüne dert biner.  Boyle’un aldatılmış olan kızı doğurmak üzeredir; oğlu öldürülmüştür, karısıyla kızı da çekip giderler. Boyle her şeyini yitirmiş bir halde, ortalarda kalakalır; mahvolmuştur. Önerme: “Savrukluk, yıkma götürür.”

SHADOW AND SUBSTANCE (Paul Vincent Canon)

Irlanda’da küçük bir dinsel toplulugun lideri olan Thomas Skeritt, hizmetçisi Bridget’in, koruyucusu Aziz Bndget’le ilgili hayaller gördüğüne inanmaz. Hizmetçinin zihinsel bir sarsıntı geçirmekte olduğunu düşünerek kendisini uzak bir yerde dinlenmeye göndermek ister ve asıl önemli olan, hizmetçiye göre, Aziz Bridget’in kendisinden beklemekte olduğu tansığı (mucizeyi) göstermeyi de reddeder. Kızgın kalabalığın elinden bir öğretmeni kurtarmaya çalışırken Bridget öldürülür, dinsel lider de kızın saf, temiz inancı karşısında gururundan olur. Önerme: “İnanç, gururu fetheder.”
* * *
Juno and the Paycock yazarının, kendi önermesinin, “Savrukluk yıkıma götürür,” biçiminde saptadığımız önerme olduğunu bildi-ğinden emin değiliz. Sözgelimi, oğulun ölümü, piyesin özüyle hiç  ilişkili değildir. Sean O’Casey çok usta bir karakter yaratıcısıdır; fakat ikinci perde, piyesini harekete getirecek düşüncenin açık seçik olmaması yüzünden, durgundur. Yazarın, gerçekten büyük bir piyes yazma fırsatını kaçırmasımn nedeni de işte budur. Öte yandan, Shadow and Substance’in de iki önermesi vardır. İlk iki perde ile son perdenin dörtte üçünün önermesi şudur “Akıl, boş inancı yener” Sonunda, hiçbir ön hazırhk yapılmadan, birdenbire akıl inança, ‘boş inanç’ da `gurura dönüşür. Eksen karakter olan dinsel lider, bukalemun gibi renk değiştirir; az önceki tavrı ile az sonraki tam arasında hiçbir ilişki kalmaz. Kısaca, piyes bulanıklık içinde sona erer.

Her iyi piyesin kesinlikle iyi belirlenmiş bir önermesi olmalıdır. Öneriyi belirlemenin birden çok yolu olabilir; önemli olan, anlatımın değil, düşüncenin değişmemesidir. Piyes yazarları genellikle, bir düşünceden hareketle ya da bir durumun çekiciliğine kapılarak piyes yazmaya oturuyorlar. Önemli olan, o düşüncenin ya da durumun bir piyese mal olup olamayacağıdır. Bin piyes yazarından dokuz yüz doksan dokuzunun bu yolda hareket ettiğini bile bile, bizim bu konudaki yanıtımız gene de olamayacağı doğrultusundadır. Hiçbir düşünce, hiçbir durum, kesinlikle belirlenmiş bir önerme olmadan, sizi mantıksal sonuca ulaştıracak güçte değildir. Eğer böyle bir önermeniz yoksa; ilk özgün düşüncenizi ya da çekiciliğine kapıldığınız durumu değiştirebilir, yeni baştan ele alabilir veya başka bir durumu da seçebilirsiniz. Piyesinizi sonuçlandırmak amacıyla yeni yeni durumlar bulmak için bunalıma girecek, beyninizi zorlayacaksınız. Bu durumları bulsanız bile, piyesinizi gene de yazıp bitiremeyeceksiniz, Bitirebilmeniz için, kesinlikle bir önermeden yola çıkmanız gerekmektedir; öyle bir önerme ki, varmayı tasarladığınız ereğe sizi döndürüp dolaştırmadan iletsin.

(Lajos Egri’den derlenmiştir)